Breaking News

Sylvia Plath’tan 10 Şiir

Sylvia-Plath-sozleri-hepsi10numaracom copy

Çocuk Bakıcıları

 

Çocuklar Adası’na kürek çektiğimizden beri, on yıl geçmiş.

Marblehead sularını yalazlandırmıştı öğle saatlerinde güneş.

O yaz, gözlerimizi saklamak için güneş gözlükleri takmıştık.

Hep ağlıyorduk, boş odalarımızda biz, küçük sahte tavırlı bacılar,

İki büyük, beyaz, güzel evde, Swampscott’ta. Ve kaymak teniyle

Ve Yardley makyajlarıyla İngiltere’den nişanlısı geldiğinde,

Bebekle aynı odada çok kısa bir yatakta uyumak zorundaydım,

Ve süveterin çizgileri çorabının çizgileriyle uyumlu değilse

Yedi yaşındaki çocuk çıkmıyordu dışarı.

 

Veya zenginlikti bu! – on bir oda

Ve suya doğru inen cilalı maun merdivenli bir yat

Ve altı değişik renk şekerle pastaları süsleyen bir kamarot.

Fakat yemek yapmasını bilmiyordum, ve bebekler bunaltıyordu beni.

Geceleri, garezle yazıyordum günlüğüme, parmaklarım kırmızı

İnce süsleri ve şişkin yenleri ütülerken oluşmuş üçgen yanık izleriyle.

Atletik hanım ve doktor kocası deniz gezilerine giderlerken

Ellen adındaki emanet hizmetçi kızı “koruma amacıyla” bırakmışlardı.

Ve küçük bir Dalmaçyalı.

 

Evinde, ana binada, durumun daha iyiydi. Bir gül bahçen vardı

Ve bir misafir kulübesi ve örnek bir eczahane. Ve bir ahçın

Ve bir hizmetçi kız vardı, ve biliyordun viski dolabı anahtarının yerini.

Anımsıyorum “Ja-Da”yı çaldığını pembe pike bir elbisenin içinde,

Oyun odası piyanosunda, “büyük insanlar” oradayken, Ve hizmetçi kız

Sigara içiyordu ve yeşil abajurlu bir lamba altında bilardo oynuyordu.

Ahçı şaşı bakıyordu ve uyuyamıyordu, oldukça kaygılıydı.

Geçici işinde, İrlanda’da, yığın yığın kurabiyeleri yakmıştı

İşine son verilene kadar.

 

Ah ne oldu bize, bacım! O boş günümüzde ikimiz de almak için ağlaştık,

Ve kaldırdık şekerlenmiş bir jambonu ve yetişkinlerin buzdolabından

Bir ananası. Ve kiraladık eski yeşil bir kayığı. Ben kürek çekiyordum,

“Engereklerin Üremesi”nden, okuyordun yüksek sesle sen,

Kayığın arka tarafında bacak bacak üstüne atmışken.

Sonra yola koyulduk adaya doğru. Terkedilmişti –

Gıcırtılı verandaların ve sessiz bina içlerinin bir galerisi,

Durdurulmuş ve müthiş, kahkaha atan birinin fotoğrafı gibi,

Fakat on yıl ölmüş gitmiş.

 

O atılgan martılar sanki her şeyin sahibi gibi dalış yapıyorlardı.

Suda yüzen çubuklardan topladık martıları savmak için,

Sonra aşağı indik dik sahil şelfinden ve suya girdik.

Tekme savurduk ve konuştuk. Yoğun tuz bizi su üstünde tuttu.

Hâlâ su üstünde durduğumuzu görürüm: yapışık – iki mantar bebek.

Hangi anahtar deliğinden sıvıştık, hangi kapı kapanmıştı?

Çimenlerin gölgeleri bir saatin elleri gibi dolanıp durur,

Ve karşı karşıya bakan kıtalarımızda el sallayıp çağırırız birbirimizi.

Her şey olmuş bitmiş.

 

[1961]

 

Sylvia Plath 
Çeviren: İsmail Haydar Aksoy

 

   

Alçıda

Asla kurtulamayacağım bundan! Şimdi benden iki tane var:
Bu yeni büsbütün beyaz kişi ve o eski sarı olanı,
Ve beyaz kişi kesinlikle daha üstün olandır.
Yiyeceğe gereksinim duymaz, gerçek azizelerden biridir.
Başlangıçta nefret etmiştim O’ndan, kişiliği yoktu –
Ölü bir beden gibi benimle yatmıştı yatakta
Ve korkuyordum, çünkü biçimi tıpkı benim gibiydi.

Sadece daha fazla beyaz ve kırılamaz ve şikayetsiz.
Bir hafta uyuyamamıştım, kendisi öyle sakindi ki.
Her şeyle suçladım kendisini, fakat cevap vermedi O.
Anlayamamıştım O’nun aptalca davranışını!
O’na vurduğumda sessiz durmuştu, gerçek bir barışsever misali.
Sonra farkına vardım ki istediği şey sevilmekti:
Canlanmaya başladı, ve O’nun faydalarını gördüm.

Bensiz var olamazdı, yani tabii ki bana minnettardı.
O’na bir ruh verdim, çiçeklendirdim O’nu
Çok değerli olmayan bir porselendeki gülün açması misali,
Ve bendim herkesin ilgisini çeken,
Başta sandığım gibi O’nun beyazlığı ve güzelliği değildi.
Biraz himaye ettim O’nu, ve yalayarak içti bunu –
Handiyse hemencecik bir köle zihniyeti taşıdığı söylenebilir.

Beni beklemesine bir itirazım yok, ve O çılgınca seviyordu bunu.
Sabahları erken kaldırırdı beni, yansıtarak güneşi
Şaşırtıcı derecedeki beyaz gövdesiyle, ve ben fark ediyordum
O’nun paklığını ve dinginliğini ve sabrını:
En iyi hemşireler gibi huyuna suyuna gidiyordu zayıflığımın,
Doğru dürüst iyileşsin diye, kemiklerimi yerinde tutarak.
Zamanla ilişkimiz daha bir gerginleşti.

Bana aldırmaz olmaya başladı ve soğuk görünüyordu.
İçten içe beni kınadığını hissettim,
Sanki alışkanlıklarım bir şekilde O’nunkileri gocunduruyordu.
Akışına bıraktı her şeyi ve giderek daha dalgın oldu.
Ve derim kaşınıyordu ve yumuşak parçalar halinde dökülüyordu
Bakımımı oldukça kötü yapmasıydı sadece bunun nedeni.
Sonra anladım sorunun ne olduğunu: ölümsüz olduğunu düşünüyordu.

Beni terk etmek istiyordu, daha üstün olduğunu düşünüyordu,
Ve kendisini bilgilendirmiyordum, ve kızgındı –
Günlerini heba ediyordu yarı bir cesedin üstünde!
Ve benim ölmüş olmamı umuyordu içten içe.
O vakit ağzımı ve gözlerimi örtebilirdi, beni tümüyle örtebilirdi,
Ve boyalı yüzümü taşıyabilirdi tıpkı bir mumya tabutunun
Taşıdığı gibi bir firavunun yüzünü, çamur ve sudan yapılmış olsa bile.

O’ndan kurtulabilecek bir konumda değildim.
Uzun bir zamandır beni desteklediğinden handiyse felç olmuştum –
Nasıl yüründüğünü ve oturulduğunu unutmuştum,
Yani O’nu herhangi bir şekilde kızdırmamak için dikkatliydim
Ya da zamanından önce O’ndan nasıl öç alacağımı göstermemeliydim.
O’nunla birlikte yaşamak tabutumla birlikte yaşamak gibiydi:
Gene de bağımlıydım O’na, bu durumdan pişmanlık duysam bile.

Birlikte mutlu bir çift olacağımızı düşünmüştüm başlangıçta –
Fakat sonuçta, bir çeşit evlilikti bizimkisi, böylesine yakın olmak.
Şimdi anlıyorum ya birimiz ya da öbürümüz olacak.
Biz azize olabilir O, ve ben çirkin ve kıllı olabilirim,
Fakat yakında anlayacak bunların önemli olmadığını.
Gücümü toparlıyorum; bir gün O’nsuz yapabileceğim,
Ve o vakit telef olacak O yoklukla, ve beni özlemeye başlayacak.

[1961]

Sylvia Plath
Çeviren: İsmail Haydar Aksoy

 

Aşk Mektubu

Kolay değil ifade etmek yaptığın değişikliği.
Eğer hayattaysam şimdi, o halde ölmüştüm,
Gerçi, bir taş gibi, ondan etkilenmeden,
Durmuştum alışkanlık olduğu üzere.
Bir parmak bile öteye çekmedin beni, hayır –
Ne de bıraktın benim küçük çıplak gözüm ilişsin diye
Göğe doğru yeniden, umutsuzca, kuşkusuz,
Kavrayarak maviliği, ya da yıldızları.

Bu değildi o. Uyudum, de ki: bir yılan
Gizlenmiş siyah kayaların arasında siyah bir kaya gibi
Kışın beyaz boşluğunda –
Komşularım gibi, mükemmelce biçimlenmiş
Milyonlarca yanakların benim bazalt yanaklarımı
Eritmek için her an konmasından
Hiç zevk almayarak. Gözyaşlarına dönüştüler,
Cansız mizaçlara ağlaşan meleklere,
Fakat ikna edemediler beni. Dondu o gözyaşları.
Her ölü kafada buzdan bir miğfer siperliği vardı.

Ve uyumayı sürdürdüm kıvrık bir parmak gibi.
İlk gördüğüm şey temiz havaydı
Ve şebnemde yükselen sarmaş dolaş damlalardı
Ruhlar misali şeffaf. Sık ve ifadesizce
Yatıyordu etrafta bir sürü taş.
Bilmiyordum onu neye kullanacağımı.
Parıldadım, fare adımlarıyla tırmandım, ve saçıldım
Dökmek için kendimi bir sıvı misali
Kuş ayakları ve bitki gövdeleri arasında.
Kandırılmamıştım. Biliyordum seni hemencecik.

Ağaç ve taş ışıldadı, gölgesiz.
Parmak uzunluğum cam misali şeffaflaştı.
Mart sürgünü gibi tomurcuklanmaya başladım.
Bir kol ve bir bacak, ve kol, bir bacak.
Taştan buluta, derken yükseldim.
Şimdi andırırım bir çeşit tanrıyı
Yüzerek havanın arasından ruh-vardiyamda
Bir buz tabla misali temiz. Bir armağandır bu.

[1960]

Sylvia Plath
Çeviren: İsmail Haydar Aksoy

 

 

Siyahlı Adam

Orada, o üç galibarda
Mendireğin dalgayı karşıladığı
Ve boz denizi yuttuğu yerin

Solunda, ve dalganın yumruğunu
Çözdüğü koyu kahverengi
Dikenli telli çıkıntısıyla,

İntizamlı domuz ahırlarıyla,
Tavuk barakalarıyla ve davar otlağıyla
Deer Island hapishanesinin

Sağında, pırıldatır hâlâ
Mart buzu kaya sularını,
Düşen her bir akıntıyla açığa çıkan

Yanık renkli kum uçurumlar yükselir
Büyük bir taş burun üstünde,
Ve sen, bu beyaz taşların

Karşısındasın, sıçrayarak yürür ölüm sana
Siyah palto, siyah ayakkabılar, ve siyah saçlarınla
Durduğun yere kadar,

Uzaktan bakılınca durağan bir girdaptır
Tepe, göz kamaştıran taşlardır, havadır,
Hepsi, hep birlikte.

(1959)

Sylvia Plath
Çeviren: İsmail Haydar Aksoy

  

Sylvia-Plath-hepsi10numaracom copy

İsterim, İsterim

Ağzı açık, bebek tanrı
Sınırsızca kel, bebek kafalı olsa da,
Annesinin memesi için ağlar.
Yarılır ve çatlar kuru volkanlar,

Kum aşındırdı sütsüz dudağı.
Yabanarısını, kurdu ve köpekbalığını çalıştıran
Ve sümsük kuşunun gagasını tasarlayan
Babasının kanı için ağladı sonra.

Kuru gözlerle, o müzmin cet
Doğrulttu adamlarını deriden ve kemikten,
Taçta yaldızlı telden ok uçları,
Kanlı gül bedeninde dikenler.

(1958)

Sylvia Plath
Çeviren: İsmail Haydar Aksoy

   

Şiirler, Patatesler

Belirleyerek susturur kelime; çekilmiş hat
Kovar daha donuk akranlarını ve başarır, ölüm saçarak,
Hayali hatların sadece usandırdığı

Müesseselerde. Patatesler gibi dirençli
Taşlar bilinçsiz, kelime ve hat dayanır
Bir inçlik yerde. Brüt değil ki onlar (her ne kadar

Daha sonra onları lezzetli bir yiyeceğe dönüştürmek
Sıklıkla düşünülse de, terazide tartılır) fakat durmaksızın
Aldatır beni onlar: ne daha fazla

Ne de başka şey, can sıkarlar hâlâ.
Şiirsizleşmişlerdir, resimsizleşmişlerdir, patates
Demetlerinin pürtüklü kahverengileri daha
Üstün bir sayfadadır; o dobra taş da.

(1958)

Sylvia Plath
Çeviren: İsmail Haydar Aksoy

7-odev-bilgileri   

Gözdeki Zerre

Gün ışığı gibi masumca durup baktım
Atlardan bir tarlaya, boyunlar eğilmiş, yeleler rüzgârda,
Kuyruklar akmakta çınarların
Yeşil zeminine. Damların üzerinden
Kilisenin beyaz kulelerine çarpmakta güneş,
Tutarak atları, bulutları, yaprakları

Adamakıllı kök salmışlar, bir deryadaki kamışlar misali
Sola doğru yüzse bile hepsi.
O vakit kıymık uçup saplandı gözüme,
Batıp kararttı gözümü. Sıcak bir yağmurda
Biçimlerin eriyişini gördüm sonra:
Atlar eğilmişti değişken yeşile,

Çift hörgüçlü develer ya da ünikornlar gibi tuhaftılar,
Tek renkli bulanık kenarlarda otlamaktaydı,
Daha iyi bir zamandan kalma vahanın hayvanları.
Aşındırarak göz kapaklarımı, yanmaktadır küçük zerre:
Kendimin, atların ve filizlerin etrafında
Dönendiği o kırmızı cüruf.

Ne göz yaşları ne de göz banyolarının
Dindiren taşkını çıkarabilir bu parçayı:
Batıyor, ve bir haftayı buldu batıp durması:
Kabul ederim artık tenin kaşıntısını,
Kör olmaktır bunun sonu ve başı.
Düşlerim Ödipus olmayı.

Yataktan önceki, bıçaktan önceki,
Broş iğnesinden ve bu parantezlerde
Beni bağlayan merhemden önceki
Kendime geri dönmektir istediğim;
Atlar akıyor rüzgârda,
Bir mekân, bir zaman, çıkıp gitmiş akıldan.

[1959]

Sylvia Plath
Çeviren: İsmail Haydar Aksoy

  

Hardcastle Sarp Kayalıkları

Taş bir kentin siyahından ay mavisi dönemeçleri teyelleyerek,
Çaktı çelik sokakta ayakları
Yankıların bir patırtısını, çakmaktaşı misali,
Havanın çırasını tutuşturduğunu ve
O karanlık bodur kulübelerin

Bir duvarından öbürüne
Yankının havai fişeğini salladığını işitmişti kadın.
Fakat duvarlar tarlalara ve biteviye fokurdayan çimenlere
Yol verdiğinde, öldü yankılar kadının ardında.
Binmiş gidiyor dolunayın

Işığına, yeleleri rüzgârda,
Yorulmaz, bağlanmış, ayla çevrelenmiş bir deniz gibi
Kımıldar köklerinde. O yarık vadide kenarda köşede kalmış
Bir sis-hayaleti asılıp dursa da omuz hizasından
Öne doğru, bildik tanıdık bir hayalete

Dönüşmedi gene de,
Ne bir sözcük ne de bir isim söyledi
Kadının yürüdüğü o boş ruh haletine. Bir kere
Düşle şeneltilmiş köyü geçtiğinde, artık düşü barındırmadı
Kadının gözleri, ve uyku perisinin tozu

Kaybetti parıltısını ayak tabanlarının altında.
O uzun rüzgâr, yontup inceltti kadını
Bir çimdik alaza, üfledi elemli ıslığını
Kadının kulak sarmalına, ve balkabağından oyulmuş bir taç gibi
Vantuz çekti Babil’i kadının kafasına.

Kadının değersiz armağanlarına karşılık
Sunulmuştu kadına bütün bu gece, ve yüreğinin
Vuruşu bu tepelerin kamburlaşmış
Lakayt demiriydi, ve meraları komşuydu
Siyah taş üstüne konmuş siyah taşa. Ahırlar

Korumuştu kuluçkadaki yavruları ve enikleri
Kapalı kapılar ardında; çayırlığa çökmüş
Mandıra sürüleri sessizdi kaya parçaları misali;
Yünden yumaklarında taşa yaslanıp uyuklamıştı koyunlar,
Ve kuşlar, dalda uyuklamaktaydı, giyinmişlerdi

Granit yakaları, gölgeleri
Yaprak kisvesinde. Bütün bu manzara
Lenfin ve usarenin en erken hükmündeki
Gözlerle değişmemiş
Bir kadim dünya misali uzakta büsbütün belirdi,

Kadının küçük sıcaklığının alazını
Söndürmeye yeterliydi, fakat taşların
Ve taş tepelerin ağırlığı kadını parçalayıp
Bu taşsı ışıkta sırf kuvarsa ve kuma dönüştürmeden önce
Geri döndü kadın.

[1957]

Sylvia Plath
Çeviren: İsmail Haydar Aksoy

  

Grantchester Çayırlıkları’nın Suluboya Resmi

Orada, bahar kuzuları doldurur ağılı. Hava
Sessizdir, gümüşsüdür bir bardaktaki su gibi
Hiçbir şey büyük ya da uzak değildir.
O küçük sivrifare ciyaklar çimen kafalarının
Yabansılığında ve işitilir.
Başparmak büyüklüğündeki her bir kuş
Sık çalılıklardaki atik kanatlılara ve güzelim renklere uygun düşer.

Bulut dizisi ve baykuş oyuklu söğütler eğilirler
O uysal Granta’ya doğru, katmerleştirerek beyazlığını ve yeşilliğini,
Şeffaf suyun altındadır dünya
Ve sürer demir atmış dalgayı, bir yukarı bir aşağı.
Ve kayıkçı daldırır sırığını.
Evcil kuğu yavrularının yöneldiği
Byron gölünde ayrılır kamışlar.

Bir kreş tabağındaki manzaradır bu.
Benekli inekler çevirir çenelerini ve kısaltır
Kırmızı yoncayı ya da güneşle sırlanmış düğünçiçeğinin
Bir halesiyle sarmalanmış pancarı kemirir.
Yumuşak huylu çayırlıkları kuşatır
Sırakemerlerin yeşili
Kan böğürtlenli alıç saklar dikenlerini beyazla.

O matrak vejetaryen, su sıçanı
Testereler bir kamışı ve yüzer toparlak korusundan,
Siyah önlüklerindeki öğrenciler gezinir ya da otururken
Kenetlenmiş elleriyle, aşık olmanın hülyalı bir dalgınlığıyla –
Fakat böylesi yumuşak bir havada
Baykuşun kulesinden eğileceğinin
Ve sıçanın çığlık atacağının farkında değiller.

[1959]

Sylvia Plath
Çeviren: İsmail Haydar Aksoy

  

Malikâne Bahçesi

Fıskiyeler kurumuş ve güller solmuştur.
Ölüm tütmektedir. Yaklaşır günün.
Küçük Buda’lar gibi semirir armutlar.
Mavi bir buğu kaplar gölü.

Balıkların çağı arasından kımıldarsın,
Domuzun mağrur asırları arasından –
Kafa, ayak parmağı ve parmak
Gölgeden çıkıp berraklaşır. Tarih

Besler bu kırılmış yivleri,
Bu kenger taçlarını,
Ve karga giyer giysilerini.
Miras kalır sana beyaz süpürgeotu, bir arının kanadı,

İki intihar, aile kurtları,
Boşluk saatleri. Bazı sert yıldızlar
Şimdiden sarılaştırır gökleri.
Örümcek kendi ipinde

Geçer gölü. Solucanlar
Terk eder mutat meskenlerini.
Toplanır küçük kuşlar, toplanır
Zor bir doğuma getirdikleri armağanlarıyla.

[1959]

Sylvia Plath
Çeviren: İsmail Haydar Aksoy

 

 

*

Sylvia-Plath-siirleri--hepsi10numaracom copy

Sylvia Plath Kimdir?

Sylvia Plath (d. 27 Ekim 1932 Boston – ö. 11 Şubat 1963 Londra), ABD’li şair ve yazardır.
Trajik yaşamı ve intiharıyla tanınan Plath, aynı zamanda yarı otobiyografik bir roman olan ve depresyonu üzerine ayrıntılı bilgiler veren Sırça Fanus kitabının yazarı olarak bilinir. Anne Sexton ile birlikte, Plath gizdökümcü şiirin önemli isimlerinden biridir.

1932 yılında Alman bir baba ve ABD’li bir anneden, Massachusetts’te doğdu. Profesör olan babası 1940 yılında öldü. Plath ilk şiirini 8 yaşında yayımladı.
Plath, hayatı boyunca ileri derecede manik-depresif bozuklukla boğuştu. 1950 yılında bursla girdiği Smith College’deki ikinci yılında ilk intihar girişimini gerçekleştirdi ve bir akıl hastanesine yatırıldı. 1955’te Smith College’den summa cum laude derece ile mezun oldu.
Kazandığı Fulbright bursuyla Cambridge Üniversitesi’ne giderek çalışmalarını burada sürdürdü ve şiirlerini üniversitenin öğrenci gazetesi olan Varsity’de yayımladı. Plath burada 1956 yılında evleneceği İngiliz şair Ted Hughes’la tanıştı. Evliliklerinin ardından Boston’da yaşamaya başladılar. Plath, hamile kaldıktan sonra ise İngiltere’ye geri döndüler.
Plath ve Hughes, Londra’da kısa süre yaşadıktan sonra North Tawton’a yerleştiler. Çiftin Sylvia’nın kıskançlık krizleriyle başlayan sorunları bu dönemde başladı ve ilk çocuklarının doğumundan kısa süre sonra Sylvia Plath Londra’ya geri dönerek boşanma işlemlerini başlattı.
Kiraladığı evin eskiden İngiliz şair William Butler Yeats’e ait olduğunu öğrenen Plath bunu iyi bir işaret olarak değerlendirdi. 1962-1963 kışı Plath için çok zor geçti. 11 Şubat 1963’te, ikinci kattaki odalarında uyumakta olan çocuklarının yanına süt ve kurabiye bıraktıktan sonra, odalarının kapısını da içeri gaz girmeyeceğinden emin olmak üzere bantlayarak kapattı ve kafasını fırının içine sokarak intihar etti.
İntiharıyla ilgili olarak kocası Ted Hughes eleştirilere maruz kaldı. Hughes yıllarca bu konuda konuşmadı. Daha sonra anılarını yayımladı.
1963 yılında daha 30 yaşındayken intihar eden Plath’ın hayatı, Oscarlı oyuncu Gwyneth Paltrow’un ünlü şairi canlandırdığı “Sylvia” filmine de aktarıldı.
Plath’ın Türkçe’ye çevrilen eserleri arasında bulunan “Sırça Fanus” adlı romanı, birçok kişi tarafından ilk Amerikan feminist romanı olarak değerlendirilir.

Kaynak: Vikipedia

 

*

Hazırlayan:

Lilay Koradan

lilaykoradan@gmail.com

www.hepsi10numara.com

Bir önceki yazımız olan Ekmel Ali Okur'la 10 Soruda Hayatın Anlamı başlıklı makalemizde bilgece sözler, düşünmek ve ekmel ali okur kimdir hakkında bilgiler verilmektedir.

Share

One thought on “Sylvia Plath’tan 10 Şiir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir