Alparslan: Beyaz Elbise Kefenim Olsun!
Alparslan, 20 Ocak 1029’da doğdu. Bâtınî sapık fırkasına mensup Yusuf el-Harezmi’nin saldırısıyla yaralandı, 25 Ekim 1072 tarihinde öldü. Büyük Selçuklu Devleti hükümdarı.. Türk Milleti’nin en büyük kahramanlarından.. 27 Nisan 1064’te Selçuklu tahtına çıktı. Azerbaycan ve Gürcistan’ı fethetti. 1071 Malazgirt Zaferi ile Anadolu’nun kapılarını Türkler’e açtı. Anadolu’nun bir Türk ve İslâm yurdu olmasını sağladı.
26 Ağustos 1071 Cuma sabahı Bizans ve Selçuklu kuvvetleri Malazgirt Ovası’nda savaş düzeni almıştı. Sultan Alparslan, son kez, Bizans İmparatoru Romanes Diogenes’e barış teklifinde bulundu. Fakat, Bizans imparatoru bu teklifi reddettiği gibi daha da ileri giderek barış görüşmelerinin ancak Selçuklular’ın başkenti Rey şehrinde yapılabileceğini bildirdi.
Savaşın kaçınılmaz olduğunu gören Alparslan, beyazlar giyinmiş, atından inip secdeye kapanmış Allah’a yalvarıyordu:
“Ya Rabb! Seni kendime vekil yapıyor, azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda savaşıyorum.
Ey Rabbim! Niyetim hâlistir, bana yardım et; sözlerimde hilâf varsa beni kahret. Eğer kalbimdeki düşüncelerimi bu dilimle söylediğim sözlerime uygun bulursan düşmanlara karşı yaptığım bu cihad’da benden yardımını esirgeme, her müşkili bana kolay yap!.”
Alparslan, secdeden başını kaldırıp beylerine ve askerlerine şöyle hitap etti:
“Kumandanlarım, askerlerim!
Biz ne kadar az olursak olalım, onlar ne kadar çok olurlarsa olsunlar, daha fazla bekleyemeyiz. Bütün Müslümanlar’ın minberlerde bizim için duâ ettikleri şu saatte kendimi düşman üzerine atmak istiyorum. Ya muzaffer olur, gayeme ulaşırım; ya şehid olur cennete giderim.
Beni takip etmek isteyenler arkamdan gelsin. Takip etmek istemeyenler diledikleri yere gitsinler!
Bugün burada emir veren bir Sultan yok; emredilen bir asker de yok. Bugün ben sizlerden biriyim, sizlerle birlikte savaşan bir gâziyim.
Peşimden gelen ve nefislerini Yüce Allah’a adayanlardan şehid olanlar cennete, sağ kalanlar ise ganimete kavuşacaklardır. Ayrılanları âhirette ateş, dünyada ise şerefsizlik beklemektedir!”
Ey Askerlerim!
Eğer şehid olursam, bu beyaz elbise kefenim olsun. O zaman rûhum göklere çıkacaktır. Melik-Şâh’ı yerime tahta çıkarınız ve ona bağlı kalınız. Zaferi kazanırsak, önümüzde çok hayırlı günler olacaktır.” (Prof. Dr. Mehmet Şeker, Fetihlerle Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslâmlaşması, 5. Baskı, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 1999. s.27-28; Büyük Türk Zaferleri, Hazırlayan: Sıdıka Gürer, Tercüman Gençlik Yayınları, İstanbul. s. 15-16)
Alparslan, atının kolonlarını sıktı ve kuyruğunu bağladı. Askerleri de aynı heyecanla tüm hazırlıklarını tamamlayıp Bizans’a karşı harekete geçtiler. Alparslan, ölümü göze aldığı bu savaş sonucu, Anadolu’nun kapılarını Türkler’e açmıştır.
Mussolini: Geri Alınamayacak Karar Zamanı Geldi!
Benito Mussolini, 1883 yılında İtalya’nın Predappio şehri yakınlarında dünyaya geldi. 1945’te kurşunlanarak öldürüldü. Diktatör… Faşizmin kurucusu. Babası, koyu bir sosyalistti. Bir süre öğretmenlik yaptı. 1921’de Milano’dan milletvekili seçildi. Bir süre sonra da Faşist Partisi şefi olan Mussolini, ikbal merdivenlerini kısa sürede tırmanarak 3 Ocak 1925 tarihinde İtalya’nın başına geçti, ölünceye kadar tek lider..
Mussolini, 22 Mayıs 1939’da Hitler’le anlaşarak II. Dünya Savaşı’na girdi. Hitler’le yaptığı anlaşmayla gücüne güç kattığını sanan Mussolini, bir süre sonra Alman kuvvetlerinin üst üste aldığı yenilgilerle hayalkırıklığına uğradı. Müttefiklerin Sicilya’ya çıkarma yapmaları üzerine metresiyle beraber Almanya’ya kaçmak üzere yola çıkan Mussolini, yakalanarak idam edildi.
Mussolini, 10 Haziran 1940’ta İtalya’nın Almanya’nın yanında II. Dünya Savaşı’na katıldığını ilân etti. Mussoli’nin ülkesinin savaşa katıldığını ilân eden konuşması şöyledir:
“Karanın, denizin ve havanın kahramanları, ihtilâlin Kara Gömlekliler’i ve birlikler, İtalya’nın, İmparatorluğun ve Arnavutluk’un erkek ve kadınları, dinleyin!
Kaderin bizim için hazırladığı saat çalıyor. Geri alınamayacak karar zamanı geldi. Büyük Britanya ve Fransa elçilerine harp ilânının metinleri verildi.
İtalyan halkının yürüyüşünü her zaman önleyen ve çok defa onun aleyhine fesat plânları hazırlayan zenginlerin ve reaksiyonerlerin demokrasilerine karşı sahraya çıkıyoruz.
Tarihin son çağının müteaddid on senesine olup bitenleri şöyle özetleyebiliriz: lâfı güzâf, vaadler, şantaj tehditleri, ve nihayet rezil Milletler Cemiyeti’niıı elli-iki milletle taçlandırılması.
Vicdanımız kesinlikle tertemiz.
Sizi gören bütün dünya şahittir ki, Faşist İtalya Avrupa’yı kaplayan fırtınadan kendini sakınmak için mümkün olan her şeyi yaptı, ama nâfile.
Antlaşmaları milletlerin hayatî çıkarları göz önünde bulundurularak ve onlara ebediyen dokunulamayacağını düşünmeyerek değiştiren şartlara uydurmakla bunun önüne geçilebilirdi.
Bilhassa onları kabul eden milletler için öldürücü olduğu ispat edilen aptalcasına garantiler vermemekle bunun ününe geçilebilirdi.
Führer’in, 6 Ekimde, Polonya kampanyasından sonra yaptığı teklifi reddetmemekle bunun önüne geçilebilirdi.
Şimdi bütün bunlar artık birer mazi.
Eğer bugün harbin gerektirdiği fedakârlıkları göze aldı isek şerefimiz, menfaatlerimiz ve istikbalimiz bunu gerektiriyor ve çünkü bir millet yüklendiği sorumlulukları kutsal addettiği ve tarihin seyrini tayin eden yüce tecrübelerden ve meşakkatlerden kaçınmadığı zaman gerçekten büyüktür.
Kara ve deniz sınırlarımızın meselelerini çözdüğümüz için şimdi silâha sarılıyoruz. Bizi kendi denizimizde (Akdeniz) mahsur tutan bölgesel ve askeri zincirleri kıracağız çünkü, 45 milyonluk bir ülke okyanuslara açılamadığı takdirde hiç bir zaman gerçekten hür sayılamaz.
Bu muazzam çatışma, ihtilâlimizin mantıkî gelişmesinin sadece bir safhasıdır. Bu, dünyanın bütün zenginliklerine ve altınlarına aç kurtlar gibi sarılarak insanları aç bırakanlara karşı çok sayıda fakir halkın mücadelesidir.
Çökmekte olan insanlara karsı başarılı insanların, faydalı insanların çalışmasıdır. İki çağın, iki fikrin çatışmasıdır.
Artık ok yayından çıktı ve azmimiz gerideki köprüleri yıktı.
İtalya’nın, deniz ve kara sınırlarındaki diğer halkları kendisi ile beraber bu çatışmaya sürüklemeyeceğini bütün samimiyetimle ilân ediyorum. İsviçre, Yugoslavya, Yunanistan, Türkiye ve Mısır, bu sözlerime kulak verin. Bu sözlerimin azim ve dikkatle kabul edilip edilemeyeceğine onlar, sadece onlar karar verecekler.
İtalyanlar, Berlin’deki, hâtırası unutulmayacak kütle toplantısında, Faşist ahlâkına göre bir kimsenin arkadaşı ile birlikte sonuna kadar yürüyeceğini söyledim. Bizim şimdi yaptığımız bu, ve Almanya ile, Alman halkı ile ve Alman silâhlı kuvvetleri ile sonuna kadar birlikte yürüyeceğiz.
Asırlar boyunca hâdiselere tesir edecek bu önemli günün akşamında, düşüncelerimizi, ülkenin düşüncelerini her zaman anlayan Haşmetli Kral ve imparatorumuza çeviriyoruz. Nihayet, yeni Führer’i, büyük müttefikimiz Almanya’nın başı Führer’i selâmlıyoruz. Proletarya ve Faşist İtalya, güçlü, kendinden emin ve birleşik bir halde üçüncü defa yükseldi. Verilecek sadece bir emir var. Herkes için mutlakçasına kesin bir emir. Daha şimdiden Alpler’den Hint Okyanusu’na kadar uçarak kalpleri tutuşturan bir emir: Zaptet!
Biz bu emri yerine getireceğiz ve nihayet, İtalya’ya, Avrupa’ya ve kâinata barış ve adalete dayalı yeni bir dünya hediye etmek için zaptedeceğiz.
İtalyan halkı, silâhlarınıza sarılın ve güç ve kuvvetinizi, cesaretinizi ve kahramanlığınızı gösterin.
(Nejat Muallimoğlu, Bütün Yönleri İle Hitabet, İstanbul 1991. s.515-516)
Büyük İskender: Tüm Asya’yı Aldığımızda, O Zaman Tutkularımızın Zirvesine Çıkacağız!
Büyük İskender, M.Ö. 356 yılında Makedonya’nın Pella şehrinde dünyaya geldi. M.Ö. 13 Haziran 323’te Babil’de öldü. Makedonya kralı II. Filip’in oğlu… Aristo’dan ders aldı. Babasının öldürülmesi üzerine 20 yaşındayken tahta çıktı.
M.Ö.334 yılında ülkede durumunu iyice sağlamlaştırınca Asya Seferi’ne çıktı. Boğazları geçerek Anadolu’ya girdi, Yunan şehirlerini Persler’den kurtardı. Suriye ile Fenike üzerinden geçerek Mısır’a indi. İskenderiye şehrini kurdu. İran’da Pers Kralı III. Darius’u yenilgiye uğrattı. Sonra Hindistan’a girerek fillerle desteklenen Hint ordusunu yenilgiye uğrattı. Askerlerinin isyan ederek daha ileri gitmek istememeleri üzerine Makedonya’ya dönmek üzere yola çıktı. Babil’e geldiğinde rahatsızlandı ve burada öldü.
Büyük İskender, 13 yaşından itibaren savaş eğitimi almaya başlamıştı. Makedonya tahtına geçince bütün dünyayı hâkimiyeti altına almak için Asya Seferine çıktı. Sadece “fethetmek için yaratıldığını” ileri süren Büyük İskender, Asya Seferi öncesi, komutanlarına hitâben şu konuşmayı yapmıştır:
“Beyler! Görüyorum ki sizi yeni bir maceraya sürüklediğimde, beni eskiden sahip olduğunuz o ruh hali ile takip etmiyorsunuz. Sizinle bir karara varalım diye toplanmamızı istedim. Benim kararıma uyup ilerleyecek miyiz, yoksa sizinkine kulak verip geri mi döneceğiz? Şu ana kadar gösterdiğiniz çabalarla ilgili ya da komutanınız olarak benim hakkımda şikâyetleriniz varsa, söyleyecek bir şeyim yok.
Ama size hatırlatmak islerim ki cesâretiniz ve kararlılığınızla İyonya’yı, Hellespont’u (Çanakkale Boğazı), Frigya’yı, Kapadokya’yı, Paflagonya’yı, Lidya’yı, Karya’yı, Likya’yı, Pamfilya’yı. Finike’yi ve Mısır’ı, Libya’nın Yunan kısmını ele geçirdiniz. Ve yine Arabistan’ın büyük bir bölümünü, Suriye’yi, Mezopotamya’yı, Babil’i ve Susa’yı; Pers diyarını ve Medya’yı, daha önce onlar tarafından kontrol edilen ya da edilmeyen tüm toprakları ele geçirdiniz. Hazar kapılarının ardındaki toprakların, Kafkasların, Tanais’in, Hyrcanian’ın (Hazar ve Hazar Denizi’nin) efendileri oldunuz; İskitleri çöle sürdük, İnduslar ve Hydaspes (Hindistan’da bir bölge), Acesines ve Hydraotes (Pakistan’da bir bölge), önümüzde artık bizim topraklarımız olarak uzanıyorlar.
Tüm bunları başarmışken gücünüzü, Makedonya’nın gücünü, Hyphasis’e (Hindistan’daki Beas Nehri) ve diğer taraftaki kavimlere kadar genişletmekte neden tereddüt ediyorsunuz? Geride kalmış birkaç yerlinin bize karşı çıkacağından mı korkuyorsunuz? Gelin, gelin! Bu adamlar ya tek bir fiske vurmadan teslim olurlar ya kaçarken yakalanırlar ya da ülkelerini savunamazlar ve ülkelerini aldığımızda, onu bize kendi iradeleri ile katılanlara ve yanımızda savaşanlara hediye ederiz.
Adam gibi adam olan biri için iş, benim inancıma göre, asil sonuçlara varmak için yapılır; işin kendisinden başka bir hedefi yoktur. Buna rağmen, aranızdan bu seferimizin son durağını bilmek isteyenler çıkabilir. O halde biliniz ki, buradan Ganj’a ve Hint Okyanusu’na kadar uzanan yol, hedefimizin bütüne kıyasla oldukça küçüktür.
Hiç şüphe yok ki, okyanuslar dünyayı çepeçevre sardığı için, bu okyanusun Hyrcanian ile (Hazar Denizi ile) bağlantılı olduğunu göreceksiniz. Daha da ötesi arkadaşlarım, size, Hint ve Basra Körfezleri’nin ve Hyrcanian’ın (Hazar Denizi’nin) birbiriyle bağlantılı olduğunu ispatlayacağım. Gemilerimiz, Basra Körfezi’nden Libya’ya yelken açacak, Libya’dan doğuya doğru uzanan topraklar bizim olacak, tıpkı Asya’nın tamamı gibi. İmparatorluğumuzun sınırları, Tanrı’nın dünyaya koyduğu sınırlardan başka bir şey olmayacak.
Ama şimdi geri dönerseniz, Beas Irmağı ile Hint Okyanusu ve kuzeyde Hyrcanian (Hazar Denizi) ile İskit diyarları arasında, savaşa meyilli birçok insan, boyun eğdirilmemiş olarak kalacak. Şimdi geri çekilirsek, henüz güvenlik altına almadığımız topraklar, henüz bize boyun eğmeyen kavimlerin başlatacağı bir başkaldırının parçası olabilir. Eğer bu gerçekleşirse, bu zamana kadar yaptıklarımız ve çektiğimiz sıkıntılar boşa gitmiş olacak ya da tüm yaptıklarımızı tekrar yapmak zorunda kalacağız!
Makedonya’nın efendileri! Sizler, arkadaşlarım, yoldaşlarım, bu böyle olmamalı. Sıkı durun; zorluk ve tehlikenin, zaferin ve aynı zamanda mezarların ötesinde, kazanacağınız ölümsüzlüğün bedeli olduğunu biliyorsunuz.
Atam Herakles’in, Tiryns ve Argos’tan (Mora Yarımadası’ndaki antik kentler) ve Peleponnese’den (Mora Yarımadası) hatta ya da Tebes’ten (İran’da bir bölge) ötelere gitmese, kendisini insandan adeta yarı tanrıya dönüştüren o zaferleri kazanamayacağının farkında değil misiniz?
Hatta aslında bir Tanrı olan Dionysus bile bizim karşılaştığımız zorluklarla karşılaşmamışken, biz ondan daha fazlasını yaptık: Nysa’nın (Bugünkü Aydın ili sınırları içerisinde bir bölge) ötesine geçtik ve Herakles’in alamadığı Avernus’u (Bugünkü Napoli yakınlarında bir bölge) aldık.
O halde gelin, Asya’nın kalanını da, halen sahip olduğunuz topraklara katalım, fetihlerinize küçük bir ek daha yapalım! Eğer bu yaptıklarımızın yeterli olduğunu düşünüp Makedonya’da refah içinde yaşasak, sadece evlerimizi korusak, Trakyalıların, Tribalyalıların ve hatta rahatımızı kaçıran Yunanların sınırlarımıza yaptığı tecavüzleri engellemenin haricinde bir şeye bulaşmasak, çok görkemli ve asil bir iş mi yapmış olurduk?
Eğer komutanınız olarak sizinle bu yorucu ve tehlikeli seferlere katılmamış olsam, cesaretinizi ilk kaybedenler olduğunuz için sizi suçlayamazdım. Sadece başkalarının bu işin meyvelerini yemesi için bu kadar sıkıntıya katlanmış olsanız, bu yılgınlığınız doğal olabilirdi. Ama böyle olmadı.
Beyler! Siz ve ben, yükü ve tehlikeyi paylaştık. Ve tabii ki ödülleri de. Fethedilmiş topraklar size ait, hazineleri ve gelirleri sizin ellerinize akıyor. Ve tüm Asya’yı aldığımızda, o zaman, tutkularımızın zirvesine çıkacağız, sınırsız zenginlik ve güce duyduğunuz açlık tatmin olacak. İşte o zaman kim eve dönmek isterse, dönmekte serbest olacak… Benle ya da bensiz… İşte o zaman ben, benimle kalanların, gidenleri kıskanmasını kendim sağlayacağım.”
(Ali Çimen, Tarihi Değiştiren Konuşmalar, Timaş Yayınları, İstanbul 2005. 21-24 ss.)
Fatih Sultan Mehmet: İstanbul Bizim Olacaktır!
Fatih Sultan Mehmed, 29 Mart 1432’de Edirne’de doğdu. 3 Mayıs 1481 günü Maltepe’de vefat etti. Yedinci Osmanlı padişahı… İstanbul’un fâtihi… Eşsiz bir komutan, büyük bir idareci… Babası, Sultan İkinci Murad… Annesi, Hatice Alime Hüma Hatun… II. Bâyezid ile Cem Sultan’ın babası… 1451’de 20 yaşında Osmanlı tahtına çıktı. 1100 yıllık Doğu Roma İmparatorluğu’nu ortadan kaldırarak “fâtih” ünvanını aldı. Hz. Peygamber’in methettiği büyük komutan… Çağ açıp çağ kapatan padişah… Ortaçağ’ı kapatıp Yeniçağ’ı açtı.
Fatih Sultan Mehmed, Hz. Muhammed (SAV)’in, “İstanbul mutlaka fetholunacaktır. O’nu alacak kumandan ne mutlu kumandan ve onun askerleri ne mutlu askerlerdir.” hadis-i şerifindeki övülen komutan olabilmek için iyi bir eğitim görmüş, sağlam bir hazırlık yapmıştı.
Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’un fethi için tüm hazırlıkları tamamladıktan sonra, 28 Mayıs 1453’te akşam üstü, ikinci bir harp kurultayı topladı. Bu kurultaya ordunun bütün önemli komutanları çağrıldı. Sultan Mehmed komutanlara hitâben bir konuşma yaptı ve gece yarısından sonra, İstanbul’a üç koldan hücum edileceğini bildirdi. Fatih Sultan Mehmed’in komutanlarına hitâben yaptığı konuşma şöyledir:
“Ey benim Paşalarım, Beylerim, Ağalarım, şu İstanbul savaşındaki silâh arkadaşlarım! Sizi buraya, kararlaştırdığım umûmî hücumda şimdiye kadar gösterdiğinizden daha büyük fedâkârlık ve cesâret istemek için topladım. Adı bütün cihanda ün salmış İstanbul gibi bir şehri zabtedeceksiniz. İstanbul’un adı geçen yerlerde, o şehri zabteden kahramanlar olarak şan ve şerefle anılacaksınız!
Bize daima pusular hazırlayan bu şehri zaptettikten sonra, emin yaşayabileceğiz, kapımızı açık bırakabileceğiz! Kale duvarlarını toplarla o kadar hırpaladık ki, size, hücum hedefi olarak bir kale değil, bir düzlük gösteriyorum. Fakat bununla beraber şehrin alınmasını pek o kadar kolay zannetmeyin! Sur enkazı üzerine atılacak yiğitler, büyük tehlikelerle karşılaşacaklardır. Mahâretimiz, cesâretimiz her şeye üstün gelecektir. Zafer rüzgarı bizden yana esecektir. Kostantiniye bizim olacaktır.
Bütün yiğitliğinizi takınınız, askerlerinizi şevk ile döğüşmek için coşturunuz! Onlara anlatınız ki, askerlik, harp üç şeye bağlıdır: yılmamak; nâmus; itâat! Ne kadar yüksek bir maksada hizmet ettiğinizi göz önünde bulundurun!
Hücumda yanınızda bulunacağım. Herkesin vazifesini nasıl yaptığını göreceğim. Şimdi dağılınız, çadırlarınızda yemek yiyiniz, dinleniniz, emirlerimi askerlerinize bildiriniz. Hücum emri verildikten sonrası sizindir.
Kumandanlarım, sizi selâmlıyorum!” (Muhiddin Nalbantoğlu, Fetih ve Fatih, Tercüman Yayınları, İstanbul 1992. s. 134)
II. Mehmed’in emriyle 28-29 Mayıs Salı gecesi saat bir ile iki arasında İstanbul’a son büyük Türk hücumu başladı. 29 Mayıs 1453 Salı günü sabaha karşı İstanbul Türkler’in eline geçti. Tarih II. Mehmed’e “Fatih” diye parlak bir unvan verdi. Fatih Sultan Mehmed, henüz yirmi üç yaşında iken Hz. Muhammed (SAV)’in övdüğü komutan olma şânını kazandı..
1. Murad: Bugün Mertlik Günüdür!
I. Murad, 1328’de Bursa’da dünyaya geldi. 1389’da Kosova sahrasında öldü. Üçüncü Osmanlı padişahı… Nilüfer Hatun ile Orhan Bey’in oğlu… Yıldırım Bayezid’in babası… Gâzi Hünkâr ve Hüdâvendigâr ünvanlarıyla meşhur… Zamanında Osmanlı Devleti, Timur İmparatorluğu’ndan sonra, dünyanın ikinci büyük devleti durumuna yükselmiştir…
1362’de babası Orhan Gâzi’nin ölümü üzerine 34 yaşında padişah oldu. Anadolu’da güvenliği sağlayıp Rumeli’ye geçti, Sazlıdere’de birleşik Bulgar-Bizans kuvvetlerini yenilgiye uğrattı. Edirne’yi fethedip başkent yaptı. 1364, Sırpsındığı Zaferi…1371, Çirmen Zaferi… 1387, Ploşnik yenilgisi…. 1389, I. Kosova Zaferi… Yeniçeri Ocağı’nın kurulması… İlk mâlî teşkilâtlanma… Devrinin diğer önemli olayları…
Sultan I. Murad, I. Kosova Meydan Muharebesi’ne başlamadan önce Kosova sırtlarında askerlerine hitâben şu konuşmayı yaptı:
“Gaziler!
Bugün gayret günüdür. Hamiyet gösterme sırası, erlik zamanı ve mertlik demidir. Bunca yıldan beri vatan sizinle övünmekte, gurur duymaktadır. Şimdi sizden bir kere daha bütün cihana yayılmış şöhretinizi doğrulayacak merdâne hareketler diler.
Bugün heybetinizle titreyen şu Kosova Ovası muzaffer olacak şanlı sancağımızın Macaristan içlerine doğru gitmesini, bundan sonra hiçbir düşman ordusu durduramayacaktır!
Bugün elde edeceğimiz şanlı bir galebe, bütün Rumeli’nde Allah’ın birliğini yaymamıza sebep olacaktır. İnsan ömrü uzun olsa bile, bilmez misiniz ki, ebedî değildir. Bir gün biter, son bulur. Baki kalacak olan Yüce Allah’tır.
Allah’ın birliğini yayarak cennete varmak isteyenlere, işte şanlı savaş meydanı. Allah Allah diyerek hücum ve savlet eyleyiniz!
“(Büyük Türk Zaferleri, Hazırlayan: Sıdıka Gürer, Tercüman Gençlik Yayınları, İstanbul. s. 52)
Mustafa Kemal: Ordular! İlk Hedefiniz Akdenizdir, İleri!
Atatürk, 1881’de Selânik’te doğdu. 10 Kasım 1938’de İstanbul’da öldü. Asıl adı, Mustafa… Babası, Ali Rıza Bey; annesi, Zübeyde Hanım… Cumhuriyetimizin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı… İnsanlık tarihinde ender yetişen dâhî insanlardan… Siyâsî ve askerî dehâ… Askerlik tarihimizin en büyük ve eşsiz kahramanlarından… İstiklâl Savaşı’mızın başkomutanı…
Mustafa Kemal, değişik cephelerde özellikle Çanakkale’de kazandığı başarılarla adını duyurmuştu… Birinci Dünya Savaşı sonunda ülkenin işgale uğraması ve Osmanlı Devleti’nin dağılma tehlikesiyle karşı karşıya kalması üzerine Padişah VI. Mehmed Vahdeddin’in görevlendirmesi üzerine Anadolu’ya geçti. 9. Ordu Müfettişi olarak Samsun’a giden Mustafa Kemal, burada Millî Mücâdele’nin ilk kıvılcımlarını tutuşturdu. Kısa sürede Anadolu’da halkı teşkilatlandırıp Millî Mücâdele’yi başlattı.
26 Ağustos 1922 Cumartesi günü sabaha karşı başlayan Büyük Taarruz sonucunda düşman neye uğradığını şaşırmış, kaçmaya başlamıştı. 30 Ağustos 1922 günü, Yunan kuvvetlerinin çok büyük kısmı imha edilmişti. Başkumandan Mustafa Kemal Paşa, 1 Eylül 1922 günü Türk ordularına şu emri verdi:
“Türkiye Büyük Millet Meclisi Orduları’na,
Afyonkarahisar – Dumlupınar Büyük Meydan Muharebesi’nde, zalim ve mağrur ordunun asıl unsurlarını inanılmayacak kadar az bir zamanda imha ederek büyük ve necîb milletimizin fedâkârlıklarınıza lâyık olduğunuzu ispat ediyorsunuz.
Türk milleti istikbalinden emin olmakta haklıdır. Savaş meydanındaki mahâret ve fedakârlıklarınızı yakından takip ediyorum. Milletimizin hakkınızdaki takdirlerine dalâlet etmek vazifemi mütemâdiyen ve mütevâliyen (aralık vermeden) ifa edeceğim. Başkumandanlığa tekliflerde bulunulmasını Garp Cephesi Kumandanlığı’na emrettim.
Bütün arkadaşlarımın Anadolu’da başka muhârebeler vereceğimizi dikkate alarak ilerlemesini ve herkesin kuvvet-i akliyesini (akıl kuvvetini), kahramanlık ve hamiyetini yarışarak göstermeye devam eylemesini rica ederim.
Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!”
(Büyük Türk Zaferleri, Hazırlayan: Sıdıka Gürer, Tercüman Gençlik Yayınları, İstanbul. s. 255)
Mehmetçik, düşman askerini kovalayarak, 9 Eylül’de Yunan ordusunun son kalıntılarını da Ege’de denize döktü.
Napolyon Bonapart: İntikam Saati Çaldı!
Napolyon Bonapart, 1769 yılında Korsika’nın Ajaccio şehrinde dünyaya geldi. 1821’de öldü. Meşhur Fransız imparatoru.. Askerî ve siyasî dehâ… Zaferleriyle Fransızları göklere çıkaran, aldığı mağlûbiyetlerle de Fransızları mahveden dünyanın en büyük harp adamlarından.. 25 yaşında general, 28 yaşında başkumandan… Sonra, imparator oldu.
Fransız ihtilâli’nden sonraki devrede zaman zaman zirveye çıkıp inen Napolyon, 27 yaşında İtalya’nın Milano şehrini zaptettiğinde askerlerine şu konuşmayı yapmıştır:
“Askerler!
Apennines dağlarının zirvesinden bir sağanak gibi aktınız; önünüze çıkan ne varsa, hepsini ezdiniz, dağıttınız. Avusturya’nın zulmünden kurtulan Piedmont, artık Fransa ile barış ve dostluk içinde yaşayacağının sevinci içinde. Milano şimdi sizindir. Cumhuriyet’imizin bayrağı şimdi bütün Lombardi eyaletinde dalgalanıyor. Parma ve Modena dükleri siyasî varlıklarını sadece sizin cömertliklerinize borçlular.
Sizi gururla tehdit eden ordu, artık sizin cesaretiniz karşısında sizi durduracak bir engel bulamıyor. Ne Po, ne Ticino, ne de Adda sizi bir gün için dahi durdurabildi. İtalya’nın bu çok övülen engelleri size boşuna karşı koymaya çalıştılar; Apennines dağlarını geçtiğiniz hızla oralarını da zaptettiniz.
Sizlerin bu büyük başarılarınız ülkenizin kalbini sevince garketti. Sizin temsilcileriniz sizin zaferinizi kutlamak ve anmak için Cumhuriyet’in her bölgesinde törenler yapılmasını emretti. Oralardaki babalarınız, analarınız, karılarınız, sevgilileriniz sizlerin başarıları ile sevinç ve sizlerin birer parçaları olmakla da gurur duyuyorlar.
Evet, askerler, çok büyük işler başardınız, ama sizin artık yapacağınız hiç bir şey kalmadı mı? Bizim için, nasıl fethedileceğini bildiğimizi, ama zaferin nasıl kullanılacağını bilmediğimizi mi söyleyecekler?
Görüyorum ki, bir an önce silâha sarılmakta acele ediyorsunuz. Tembelce bir istirahat sizi rahatsız ediyor; zafer kazanmaksızın geçen günleriniz sizin için kaybolmuş günler. O halde, pek âlâ, ilerleyelim! Önümüzde daha zorlu yürüyüşler, boyun eğdirilecek düşmanlar, kazanılacak şerefler, intikamları alınacak yaralar var. Fransa’daki dâhilî harbin hançerlerini bileyenler, vekillerimizi alçakçasına öldürenler ve Toulon’daki gemilerimizi yakanlar titresinler!
İntikam saati çaldı! Ama bütün ülkelerin insanları endişeye kapılmasınlar; biz her yerdeki insanların ve kendimize örnek diye seçtiğimiz büyük insanların dostlarıyız. (Roma’daki) Jüpiter Mâbedi’ni restore etmek, ona şöhret kazandıran kahramanların heykellerini yerlerine yeniden koymak, nesiller ve nesiller boyunca köleliğin uyuşturduğu Roma halkını uyandırmak ve canlandırmak: zaferlerimizin meyveleri bunlar olacak. Zaferlerimiz gelecek nesiller için yeni bir çağ yaratacak; Avrupa’nın en iyi bir parçasının çehresini değiştirmiş olmanın ölümsüz şerefi size nâil olacak. Bütün dünyanın hürmet ettiği hür Fransız halkı, son altı yıldır katlandığı bütün fedakârlıkların tazminatını ödeyecek şaşaalı barışı Avrupa’ya verecek. O zaman, kalplerinizin bulunduğu evlerinize ve ülkenize döneceksiniz. Ve vatandaşlarınız sizleri işâret ederek diyecekler ki: “O, İtalya’yı fedheden orduda döğüştü.” (Nejat Muallimoğlu, Bütün Yönleri İle Hitabet, İstanbul 1991. s.503-504)
Şeyh Şamil: Son Cevabım Budur!
Şeyh Şâmil, 1797 yılında Dağıstan’ın Gimri Köyü’nde dünyaya geldi. 4 Şubat 1871’de 74 yaşında vefat etti. Öğrenimine, Said Harekânî’nin yanında başladı. İyi bir eğitim aldı. Kendinden önce İmâmet makamında bulunan Gazi Muhammed ve Hamzat Beg’in müşavirliğini yaptı.
Güçlü hitâbeti, kararlı tutumu ve askerî dehâsıyla büyük başarılar kazandı, ünü kısa zamanda yayıldı. 1834 yılında İmam seçildi. Bütün hayatını ülkesinin millî bağımsızlığına adayan, askerî dehâsını bütün dünyaya ve bizzat ebedî düşmanı Rus yüksek makamlarına dahi kabul ettiren Şeyh Şâmil, adını dünya tarihine “gelmiş geçmiş en büyük gerilla lideri” olarak yazdırdı.
Kafkasya’nın istiklâline kavuşması ve Kafkas Müslümanlarının bir bayrak altında toplanması için zor şartlarda mücâdele veren Şeyh Şâmil, Rus çarı I. Nikola’ya meydan okuyordu. Şeyh Şâmil, emrindeki dava arkadaşlarıyla zaman zaman Rus ordusu üzerine baskınlar yapıyor ve büyük zayiatlar verdiriyordu.
Şeyh Şâmil’in sistemli ve planlı savaşları karşısında başarılı olamayan I. Nikola, O’nu parlak vaadlerle ele geçirebilmek için en güvendiği generallerinden Kluk Von Klugevav’ı Şeyh Şâmil ile görüşmeye memur etti. 1837 senesinde Sulak Nehri civarında gerçekleşen görüşmede Çar I. Nikola’nın sonsuz ve parlak teklifleriyle dolu mektubunu okuyan General Kluk Von Klugevav’a, Şeyh Şâmil şu kesin cevabı verdi:
“General!
O Nikola’ya git ve de ki: Senin yerinde eğer şu anda kendisi karşımda bulunmuş olsa ve bu alçakça teklifleri bana bizzat yapma cesaretinde bulunsaydı, O’na ilk ve son cevâbı şu kırbacım verirdi.
Söyle O’na! Başında bulunduğum bu kahramanların kâlblerinde kökleşen bu eşsiz zafer imânı kökünden kazınmadıkça ve en genç muhariplerimden en ihtiyar nâiplerime kadar tek kurşunları ve tek kolları kalıncaya kadar bu mübârek vatanı son dağına, son köyüne ve en son kaya parçasına kadar karış karış müdâfaa etmekten beni hiçbir kuvvet men edemeyecektir.
Bu uğurda bütün evlât ve ayalimi kılıçtan geçirseniz, son zürriyetimi kurutsanız, en son müridimi yok etseniz, tek başıma ve son nefesime kadar yine dövüşeceğim.
Son cevabım budur General:
Ben Nikola’yı tanımıyorum!..”
(Tarık Mümtaz Göztepe, Dağıstan Aslanı İmam Şâmil, Sebil Yayınevi, İstanbul 1994. s.36; M. Halistin Kukul, Şeyh Şâmil ve Çeçenistan, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2002. s.45)
Tarık Bin Ziyad: Arkanızda Deniz, Önünüzde Düşmanlar ve Kaçacak Hiçbir Yeriniz Yok!
Tarık Bin Ziyad’ın ne zaman ve nerede doğduğu bilinmiyor. 720 yılında Şam’da öldü. Emeviler döneminde ellerinden toprakları alınan Vizigot Kralı Witiza’nın oğullarının yardım isteği üzerine Tarık Bin Ziyad, kendi adı ile anılan Cebel-i Tarık Boğazı’ndan geçip, İspanya’ya çıktı.
7.000 kişilik ordusuyla İspanya içlerine doğru ilerledi. Vizigot tahtını zorla eline geçiren Rodrigo’nun kuvvetlerini yenilgiye uğratarak başkent Toledo’yu fazla bir direnmeyle karşılaşmadan ele geçirdi. Böylece Batı Avrupa’da Müslümanlar’ın hâkimiyeti başladı.
Tarık Bin Ziyad, İspanya’ya çıktıktan sonra gemilerin yarısını askerlerinden gizli olarak sakladı, diğer yarısını da yaktı. Alevler göklere yükselmeye başlayınca askerler telâşa kapıldılar. Tarık Bin Ziyad’a şöyle dediler:
“Gemilerimizi yaktınız, mağlup olursak nasıl geri döneriz?”
Tarık Bin Ziyad, şu karşılığı verdi:
“Mağlûbiyet bizlere lâyık değildir. Bir ülke Allah’a aittir. Yürüyünüz ve onu alınız. Allah’a ve kılıcınıza güveniniz.” (Necati Kotan, Tarih Fıkraları, Mili Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1992. s. 51)
Tarık Bin Ziyad’ın 7.000 kişilik ordusu, Kral Rodrigo’nun 100.000 kişiden oluşan ordusuna karşı yiğitçe savaşıyordu. Kadis Savaşı’nın en kızgın zamanında Müslümanlar kaçışmaya başlamıştı. Tarık Bin Ziyad, atına atlayıp kaçanların önüne geçip şu destansı konuşmayı yaptı:
“Askerlerim!
Görüyorsunuz ki, arkanızda deniz, önünüzde düşmanlar ve kaçacak hiçbir yeriniz yok. Vallahi, sabır ve sebattan başka yapacağınız bir şey de yok. Düşmanımızın bütün gücüyle üzerimize geldiği apaçık ortada. Üstelik yiyeceği ve teçhizatı da bol. Halbuki bizim kılıçtan başka silahımız ve düşmanın elinden alacağımız yiyecekten başka erzakımız yok.
Şu durumumuz, hiçbir şey yapmadan birkaç gün devam etse kuvvetten kesiliriz. Bizden korkan düşman da halimizi görüp bize karşı cesâretlenir. Bu kötü âkıbete düşmekten kendinizi koruyarak düşmana karşı görevinizi gereğince yapınız.
Müstahkem şehirler ve güçlü düşman karşınızdadır. Ölümden korkmazsanız bu fırsatı değerlendirmek ve zafere ulaşmak mümkündür. Şunu kesinlikle biliniz ki, bu savaşta ben de sizden daha fazla emniyette değilim. Yine biliniz ki, eğer şu zorluklara biraz sabrederseniz daha müreffeh bir hayata kavuşursunuz. En ucuz malın can olduğu bu pazara sadece sizi sürmüyor, bilakis önce kendi canımdan başlıyorum.
Canınızı düşünerek benden yüz çevirmeyiniz. Siz de benden daha fazla bir zorluğa katlanmayacaksınız. Sizin payınıza da bana düşenden fazlası düşmeyecek. Hepimiz aynı kaderi paylaşıyoruz.
Müminlerin emiri, kahramanları içinden sizi seçti, çünkü sizin savaştan korkmadığınıza ve süvarilerle çekinmeden vuruşacağınıza güveni sonsuzdur. Böylelikle İslâm dinini bu ülkeye yerleştireceğinize inanıyor.
Elde edeceğiniz ganimetin tamamı sizindir. Allah yardımcınız olsun. İki cihanda da sizin bahadırlığınız anılacaktır. Biliniz ki, sizi dâvet ettiğim şeye ilk icâbet eden ben olacağım!”
(Ali Çimen, Tarihi Değiştiren Konuşmalar, Timaş Yayınları, İstanbul 2005. s. 42)
Bu konuşmadan sonra Tarık Bin Ziyad, atını dört nala sürüp Got ordusunun ortasına kadar ilerledi. Düşmana karşı kahramanca savaşan, ordusuna cesâret veren Tarık, Got Kralı Rodrigo’nun göğsüne mızrağını saplayıp, O’nu öldürdü. Böylece İspanya’da Endülüs Emevileri’nin hâkimiyeti başlarken, İslâm kültür ve medeniyeti de burada etkisini hissettirdi.
Yavuz Sultan Selim: Ölümden Korkanlar Dönsün!
Yavuz Sultan Selim, 1470 yılında Amasya’da dünyaya geldi. 22 Eylül 1520’de vefat etti. II. Bayezid’in sekiz oğlundan dördüncüsü… Fatih’in torunu… Kânûnî’nin babası…. Türk tarihinin iftiharla bahsettiği kahramanlardan… Dokuzuncu Osmanlı padişahı… İlk Osmanlı halifesi… Cesurluğu ve sertliği sebebiyle “Yavuz” lâkâbıyla anılmıştır. 24 Nisan 1512’de 42 yaşında hükümdar oldu. Sekiz sene, dört ay, yirmi sekiz gün saltanat sürmüştür.
Yavuz Sultan Selim, dünya harp sanatında ve milletleri idare etmede dirâyetini göstermiş sayılı şahsiyetlerden biridir. Yavuz, 1514 yılında Çaldıran Seferi’ne çıkmıştı. Düşmanın ortalıkta görünmemesinden ve uzun yolculuktan bezen yeniçeriler, padişaha isyan etmişler ve padişahın çadırına saldıracak hale gelmişlerdi. Memleket meselelerinde en küçük bir hatayı bile affetmeyen Yavuz, atına binip yeniçerilerin arasına daldı. Hepsine öfkeyle sert sert baktıktan sonra, yeniçerilere karşı şu konuşmayı yaptı:
“Be hey asker kıyafetli korkaklar!
Maiyetimde, yiğitlik ve kahramanlık göstereceğinize böyle mi hareket edersiniz! Askerde itaat emre karşı gelmek midir?
Çoluğunu, çocuğunu, karısının kucağını savaş meydanına tercih edenler, geriye dönsünler, onlara izin veriyorum. Ben buraya geri dönmek için gelmedim. Meşakkatlere, zahmetlere göğüs germeden nasıl zafer kazanılır?
Asıl hedefimize bu kadar yaklaşmış iken, rezil bir şekilde geri dönmek yiğitliğe, mertliğe yakışır mı?
Ölümden korkanlar, geri dönsünler. Bizi isteyip yolumuzda can ve baş fedâ edecek yiğitler ölümden korkmazlar. İçinizde er yoksa ben tek başıma savaşırım.”
(Büyük Türk Zaferleri, Hazırlayan: Sıdıka Gürer, Tercüman Gençlik Yayınları, İstanbul. s. 111-112; Tahsin Ünal, Osmanlılar’da Fazilet Mücadelesi, Sebil Yayınları, İstanbul 1968. s.74)
Yavuz Sultan Selim’in bu konuşması, isyanı bastırmış ve askerlerin morallerini yükseltmişti. Ordu tek fire vermeden kararlılıkla İran ordusunun üzerine yürüdü.
Mehmet Bicik
www.Hepsi10Numara.com
Bir önceki yazımız olan Kitap Okumanın 10 Faydası başlıklı makalemizde kitabın kazandırdıkları, kitap okuma ve kitap okumanın faydaları hakkında bilgiler verilmektedir.
kesinlikle yanlış bir sıralama bence sıralama böyle olmalı 1.H.z Muhammed sav. 2.halid bin velid radiallahuanh 3..fatih sultan mehmet han 4.cengizhan 5..büyük iskender 6.yıldırım beyazıt 7.yavuz sultan selim han 8.murat hüdavendigar han 9. kanuni sultan süleyman han 10,sultan alparslan
İLK SIRADA DÜNYANIN KABUL ETTİĞİ TEK LİDER CUMHURİYETİMİZİN TÜRKİYEMİZİN KURUCUSU ÖNDERİMİZ EBEDİ ÖLÜMSÜZ LİDERİMİZ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK VAR
Selahaddın Eyyubi’yi unutunuz herhalde.
jul sezar , napoloen bonaparte, hannibal kartaca , timur bunları unutmayın
elma ye bence anadolu ye içmeli ne tamam geliyom neeeeeeeeeeeeeeeeee
Suçunuz olmasaydı tanrı beni yollamazdı sizi cezalandırmam için CENGİZHAN
Herkez bir kumandanı unuttu…. Tek başına kendi adamlarıyla defalarca bütün avrupa ülkeleri askerlerine karşı savaşmış. Ve her seferinde de galip gelmiş aziz kumandan SELAHADDİN EYUBİ. HAÇLI SAVASLARİ 1,2,3. BUTUN AVRUPA ORDULARİ BİRLESMESİNE RAĞMEN
Kesinlikle ve kesinleşmiş Halid bin Velid 9 kılıç parçaladı düşman ustunde
Hiçbir Kitap Timur Yenildi Yazmaz..!