Aşk, “ben” değil, “biz” diyebilmektir
İsmail Arslantaş ile “Aşka Hasret Zamanlar” adlı kitabı üzerine bir söyleşi
2012 yılının Kasım ayında “Aşka Hasret Zamanlar” adlı bir kitap çıkardınız. Kitabınızdan kısaca söz edebilir misiniz?
Edebiyatla ilgilenmekten keyif alan, kendini sözcüklerin sihrine adamış, duygusal ve gözlem yapmayı seven bir insanım. İnsanların birbirlerine yaklaşımlarını gözlemlemek, duygusal durumlarını hissetmek, empati kurmak, insanoğlunun aşk hallerini sözcüklere taşımak, benim için olağanüstü bir duygu. Bu kitabı yazmaya başlamadan önce, bulunduğum sosyal ortamlarda insanların aşkı hissedişini gözlemlemeye çalıştım. Sevgililer ya da evli çiftlerin birbirlerine olan yaklaşımları ve yaşadığımız yüzyılın tüketim çılgınlığı içinde aşkın gerçek değerinden uzaklaşarak, günümüz insanı için hızlı bir tüketim maddesi haline geldiğini gözlemlediğimde, aşka hasret zamanlar yaşadığımızı anladım ve bu kitabı yazmaya karar verdim. Aşkın sadece gerçek ve beklentisiz bir duygu olduğunda değerini bulduğuna inanıyorum. Bu kitabı yazarken, işte bu büyük ve önemli aşk gerçeğini anlatmayı hedefledim.
Kitabınızın kapağında yer alan tanıtım cümleniz, aslında herkesin kendisini sorgulamasına neden olacak bir cümle. Günümüz aşklarını göz önüne aldığımızda, bu soruya ne kadar “evet” cevabını verebiliriz?
“Onu sadece “o” olduğu için ve beklentisiz sevebilir misin?” cümlesinden söz ediyorsunuz. Bu cümle, aslında bana göre herkesin kendisine sorması gereken bir soru… Bizler, ister sevgililerimiz, ister eşlerimiz, ister annelerimiz ya da babalarımız için, sevilen kişi her kim olursa olsun aynaya bakıp kendi iç dünyamızı dürüstçe sorguladığımızda, o kişiyi gerçekten “o” olduğu için ve hiçbir beklenti hissetmeden sevebildiğimizi yüreklerimizde hissedebiliyorsak, herhangi bir menfi durum içinde olmadan sadece onun varlığından mutlu olabiliyorsak, işte o zaman gerçek aşk ve sevgiyi yaşıyoruz diye düşünüyorum.
Kitabınızda yer alan şiirler, saf ve temiz duygularla yazılmış şiirler… Sizce bu tür aşklara rastlayamayışımızın nedeni, sanal aşkların çoğalmasıyla ilişkilendirilebilir mi?
Aslında ben de sanal dünyada yaşanan şeylerin yüzeysel olduğuna inananlardanım. Şüphesiz, yüz yüze kurulan gerçek bir iletişimin yerini hiçbir şey tutamaz Bana göre, aşkı iyice özümsemiş, sevgi dolu, birbirine değer veren asil yürekler için, aşk her koşulda yaşatılabilir. Burada mühim olan esas olgu, o sihri koruyabilen bir birlikteliği yakalayabilmiş olmak bence. Eğer gerçek bir “yüz yüze” iletişim sürecine geçilmişse, sanal aşklar da gerçek aşklara dönüşebilir.
Mutlu bir aşkın tanımı sizce nasıldır?
Mutlu aşk, iki sevgi dolu yüreğin birbiri için attığı, birbirine her koşulda destek olduğu, her türlü dünyevi beklentilerden, bencilliklerden uzaklaşarak sevgi dolu bir hoşgörüyle ve sımsıcak bir yürekle birbirini anlamaya çalıştığı ve sevdiği aşktır. Mutlu aşk, empati yapan iki güzel yüreğin aşkıdır. Mutlu aşk, “ben” ve “sen” duygularından arınıp “biz” duygusunu yakalayabilen aşktır.
Sizce “İlk görüşte aşk” diye bir olgu var mıdır?
İlk görüşte aşka inanıyorum. Zira aşkın tarihsel gelişimi, bu olgunun doğruluğunu ispatlıyor. Aslında bu her zaman, her insan için ve kolaylıkla oluşabilecek bir durum değil… Eğer şanslıysak, bir gece ansızın gökyüzünde kayan bir kuyruklu yıldızı görmek gibi, nadiren bile olsa kendimizi romantik bir film sahnesindeki başrol oyuncularından biri gibi hissederek, karşımızdaki kadın ya da erkekten çok büyük bir çekim hissettiğimiz büyüleyici bir dünyadaymış gibi hissettiren duygular yaşayabilmemiz mümkün… Ben her insanın etrafa görünmez bir enerji yaydığına inananlardanım ve aslında “ilk görüşte aşk” denilen şeyin, bu muhteşem enerjinin bir başkasının enerjisiyle kusursuz bir bütünlük arz etmesi durumu olduğu görüşündeyim.
Toplumumuzda aşk denildiğinde, kadın ve erkek bakışı olarak iki bakış var. Sizce kadın ile erkek bakışı arasındaki farklar nedir?
Bence toplumumuzda kadının bakış açısıyla aşk kavramı, genel itibarıyla evliliğe giden ilk adım olarak değerlendirilebilir. Erkek bakış açısında bu durum biraz daha farklı bir süreci ifade ediyor. Erkek de kadın da şüphesiz aşkını evlilikle taçlandırmak için aşk yolculuğuna çıkıyor; ancak kadın bakış açısı, ilişki boyunca evlilik konusunda daha çok “sonuç odaklı” görünürken, erkek “sürece odaklı” hareket ediyor. Yani önce karşısındakini yaşam deneyimleri ile anlamaya çalışıyor ve süreci yaşıyor. Erkek için sonuca giden yol, sürecin getirdiklerine bağlı görünüyor.
Sizce aşkta kendimiz olabilmeyi başarabiliyor muyuz, yoksa öğretilmişliklerimizle mi yola çıkıyoruz?
Toplumsal çerçevede değerlendirirsek, çoğu zaman kendimiz olamadığımız fikrindeyim. Sanırım, birçoğumuz bize dayatılan düşüncelerin etkisinde hareket ediyoruz. Büyüklerimizin değer yargıları, örfler, adetler, geleneklerin tesiriyle ve yakın çevremizin bize vereceği tepkiyi göz önünde bulundurarak daha en başında aşka, sınırları önceden çizilmiş bir alandan adım atıyoruz. Aslında bunu yadırgamıyorum, zira toplumsal, çevresel ve ailesel öğretilmişlikler hayatımızı dengelemek için var. Ancak burada şu küçük nüansı kaçırıyoruz sanırım: Aşk sorgusuz, sualsiz bir hissediş hali ve dolayısıyla aşk kavramı, toplumsal yapıdaki olguları, din, renk, mezhep gibi kavramları aşan evrensel bir duygu. Bu öğretilmişlikler belki bize bir evliliğin kapısını açabilir fakat altını çizerek söylüyorum, aşkı yaşayabilmek için tüm engelleri aşmış ve kendimiz olabilmeyi gerçekleştirebilmiş olmalıyız. Yoksa gerçek aşkı yaşayabilmek yerine, aşkı kaybeden olmaya devam ederiz. Çünkü aşk, bizden kalbimizin kapılarını tıpkı bir çocuk kalbi gibi, tamamen biz olarak açmamızı bekliyor ve gerçek aşkı işte o zaman yakalayabiliyoruz.
Günümüz aşklarının kaybedişe doğru gitmesinde cinselliğin rolü var mıdır?
Cinselliğin, yetişkin ve sağlıklı her insanın yaşantısının doğal bir parçası olduğu düşüncesindeyim. Ancak günümüz aşkları açısından cinselliğin çok yanlış algılandığına inanıyorum. Aslında her birimizin bu konuda kendisine sorması gereken temel soru şu; “Aşkın içinde cinselliğin yeri ne olmalı?” Aşkın içinde cinselliğin varlığını yadsıyamayız; fakat günümüz aşkları, cinselliği aşkın büyük bir bölümünü oluşturan temel yapıtaşlarının en önemlisi olarak ön plana çıkarıyor. Tüketici yüzyılımız ve her şeyi hızlı yapmamızın, sözde bizim yararımıza olduğunu öğütleyen sistem dinamikleri, aşkı, içi boş bir cinselliğe mahkûm ediyor.
Neden bazılarımız sıklıkla aşk yaşarken, bazılarımız aşkı bulmakta zorlanıyor?
Aslında söz konusu aşk olduğunda, işler çok farklı işliyor. Zira aşk kolay bulunan bir olgu değil. Çünkü elimizde olan ve kontrol edebileceğimiz bir süreç değil; yani aşkı aslında biz bulmuyoruz, aşk bizi buluyor. Aşkın canlı, yaşayan bir olgu olmasının sebebi de bu. Beklenmedik bir yerde ve zamanda karşımıza çıkabiliyor. Ayrıca ilişki ile aşk kavramlarını birbirinden ayırt etmemiz gerekiyor; çünkü her ilişki aşk demek değil. Aşkın bizi bulması hususunda evrenin şans kuralının yanı sıra, bizim çabalarımız da aşkı bize yaklaştırıyor. Aşk, emek harcanmadan ve yolunda yürümeden karşımıza çıkmıyor.
Son olarak, kadın ve erkeklere ayrı ayrı birer mesaj vermenizi istesem?
Ben hem kadınlara hem de erkeklere, sevilmek için sevmeyi bilmenin, yüreklerimizin kapılarını bir başka sevgi dolu yüreğe açmanın, aşk için sevgi ve umut dolu bir yürekle fedakârca mücadele etmenin önemini hatırlatmak istiyorum. Beklentilerimizi küçük, sevgimizi büyük yaşadığımız sürece, aşk kapımızı çalmaya hazır olacaktır. Sadece yüreklerimizin kapılarını sevebileceğimiz bir başka sevgi dolu yüreğe sonuna kadar açalım.
*
Ayça Akın
aycaakin@aycaakin.com
Bir önceki yazımız olan İyi Bir Okur Olmanın 10 Yolu başlıklı makalemizde kitap okuma, nasıl okumalı ve nasıl okumalıyım hakkında bilgiler verilmektedir.