Fark etmeden minimalist yolculuğuna çıktığımı yeni yeni anlıyorum. Geçen yazdı tüm giysi dolabımı elden geçirdim. Elbet bir gün diye beklettiğim ama hiç giymediğim ne varsa hepsini verdim. Dolabımda yer açıldı. Listemi şöyle yaptım kafamda en çok giydiklerim, arada giydiklerim ve hiç giymediklerim. Önce hiç giymediklerimi ayırdım sonra arada giydiklerimi. En azından artık neyim var neyim yok biliyorum. Dolabım düzenlidir yalnız tek sıkıntım tişörtlerimdi çünkü özenle katlasam da hepsini arasından birini alınca karışıyor ve düzeni bozuluyordu. Onu da konmari metoduyla hallettim. Hepsini önce katlayıp sonra rula yapıyorum ve baskılı ise baskısını öne getiriyorum böylece hiç düzenim bozulmamış oluyor. Bu yaz da ayakkabılarımı elden geçirdim. Çünkü en çok yeri onlar kaplıyordu. Çok eşyanın bana sıkıntı vermeye başladığı aşikar.
Fark etmeden dedim ya ilk minimalist yolculuğumu da yaptım. Bir sırt çantasıyla Bozcaada’ya gittim. Dört gün kalacağım bir yere valiz taşıyamayacaktım. Kendiminkini taşımadım ama anneminkini taşıdım. Hatta çok söylendim yanında taşıdığı kıyafetlerin çoğunu giymemişti. Aslında hava alanlarında valiz ver, valiz bekle olayından da çok sıkılırım. Öğretmen arkadaşlarımla birlikte iki günlüğüne Hatay’a giderken de aynı sırt çantam vardı ve bu sefer daha hafifti. Kendime söz verdim, gaza gelemeyecek hiçbir şey satın almayacaktım. Üç parça yiyecek aldım ve hepsi hafifti. Ama arkadaşlarım yağdırdı, aldıkça aldılar ve sonunda benim sırt çantam da patladı. Son derece sinirlendim. Onlara değil kendime. Hayır demeliydim, aldıysan sorumluluk senin. O günden sonra benimle tatile çıkacak kim varsa hiçbir yükünü taşımam tabi annem hariç. Hatay’ı gezerken şunu fark ettim, kimse satın almaktan anın tadını çıkaramadı.
Minimalism sloganı; ‘az daha çoktur’ bence doğru çünkü dikkatin dağılmaz, enerjin tükenmez.
Geçenlerde çantamı boşaltım, faturalar birikmiş tabi. Hepsini tek tek sıraladım, aldım hesap makinesini ve topladım harcadığım parayı. İnanamadım. Yarısı gerekliydi elbette de yarısının hiç acelesi hatta bazılarının manası yoktu. Mideme kramplar girdi, saçmalıyordum. Hepsini salondaki masanın üzerinde duran kristal kasede tutuyorum. Gördükçe hatırlamalıyım çünkü.
Çalışırken para harcamaya vaktim olmazken boşa çıkınca ilk işim alış veriş oluyor. Anlık mutluluk işte hepsi.
Minimalism disiplin işi. Ama bunun yanında sosyal medya hepimizi tüketmek üzerine kuruyor. Kız öğrencilerimin takip ettikleri tüm youtuberları seyrettim günlerce. Hepsi ama hepsi gençleri ister istemez tüketime itiyor. Video başlıkları ‘ denemeli yaz / kış / son bahar alış verişim’ olmadı ‘ indirimden neler aldım’ Bunları izleyen kızlar doğal olarak hipnoza girmiş gibi kendilerini mağazalarda buluyorlar. İçimden dedim ki bir tane yok mu gençlere yaşlarına ve bütçelerine uygun alış veriş videosu çeken? Buldum bir üniversite öğrencisi var. Keşke onu takip etseler çünkü chanel, chole, gucci çantalar takan genç kızlar rol model olarak yanlış. Ancak okulunu bitirir, işe girer, hatırı sayılır para kazanırsın o zaman alırsın tabi. Para senin. Üşenmedim bu çantaların fiyatlarına da baktım yaklaşık on bin lira. Malum dolar aldı başını gitti. Kaç kişi alabilir?
Bak mesela her gün yeni bir makyaj malzemesi, şampuan, cilt ve bakım ürünleri çıkıyor piyasa. Ve bu ürünleri satan mağazalarda sürekli bir indirim. Ve bize şunu empoze ediyor; ihtiyacın yoksa bile al çünkü ucuz. Saçma! Bu youtuberların bir video başlığı ise ‘ bitirdiğim, sevdiğim ve sevmediğim ürünler’ İnan bir süre sonra senin de yapasın gelir. Gideyim alayım, deneyeyim, kutularını biriktireyim sonra hepsine sarılayım. İyi de o kullandıkları ürünler onlara hediye geliyor sen satın alacaksın. Hey gidi hey. Bak bir de youtuberlar pardon influencer ( insanların davranışlarını etkileyen ya da değiştiren kişi ) bana pek iyi yönde gelmedi ama neyse, bu kozmetik mağazalarından bitmeyen indirim günlerinde canlı yayınlara katılıyorlar. Ürünleri, sevdiklerini anlatıyorlar. Neredeyse hemen koşup o kozmetik alış verişi yapmak istiyorsun. Yanlışlık var bir yerde. Influencer dediğin kişinin ciddi özellikleri olmalı. Lakin gençlerin üzerinde inanılmaz etkileri var, biz öğretmenlerin o kadar yok.
Yeme içmede zaten hep minimalist oldum. Az yerim hatta neredeyse tek öğünle yaşarım. Yeme ilgi alanıma girmiyor. Ama iyi restoranlarda yarısını ancak yiyebildiğim yemeklere dünya paralar öderim. En çok da salata yerim. Allah’ın otuna o paraları ödemek aptallık gibi geliyor artık. Onun yerine arada bir açken hakkını vererek yiyeceğim bir zaman diliminde o parayı vermek en mantıklısı. Tamamen kendimi kısıtlamaktan bahsetmiyorum. Sadece aptallığımı törpülüyorum. Ayrıca beslenme rutinimden karbonhidratı çıkardım. Arada canım çok isterse yiyorum ama hemen ağırlığını hissediyorum.
İnsan yaptığı alış verişin ederine bakmaya başlayınca ciddi bir uyanış oluyor. Hadi parasını geçtim, o kadar eşya bir yük. Hem gözümüzü hem bedenimizi hem de ruhumuzu yoruyor.
Evlerimizde neden herkese ait beşten çok ondan az nevresim takımı oluyor? Ya da sayısız havlularımız var? Hepsi yer istiyor onun için de mobilya gerekiyor. Ya da mesela bizim evde kaç kase takımı, kahve takımı, bardak, tabak takımı var tanımsız. Evlerimizde boşluk yok farkında mısınız? Her boşluğu muhakkak doldurma eğilimindeyiz. Dolduruyoruz ama peki ya içimizde büyüyen boşluk?
Bu yola girince karşıma kitaplar çıktı.
Size önerebileceğim iki kitap bir belgesel var. Belgeselin adı ‘minimalism’.
Kitaplar ise;
İlki, Minimalism, anlamlı yaşam ( Joshua Fields Millburn ve Ryan Nicodemus yazmış. Belgesel de onları anlatıyor )
İkincisi ise; Hayata yer aç ( Regina Wong yazmış)
İşte böyle, az daha çoktur.
*
ayşegül kuşçu
aysegulkuscu2013@gmail.com
Bir önceki yazımız olan 10 Adımda Ne Kadar İçine Kapanıksınız? başlıklı makalemizde içine kapanık, içine kapanık olmak ve neden utanırız hakkında bilgiler verilmektedir.