Breaking News

Ekmel Ali Okur’la 10 Soruda Hayatın Anlamı

Ekmel Ali Okur‘u kitaplarıyla tanıyan okurlar bilirler ki, o tam bir düşünce ustasıdır. Durmadan düşünür, üretir ve sonuçlara varır. Laf olsun diye yazmaz. Yazıları bir bilinçlenme çağrısıdır. 

Uyanık olmayı ve uyandırmayı öğütler. Taklitçiliğin karşısında durur. Özgürlüğün bayrağını taşır.

İşte onu daha yakından tanımak isteyenlere kendisiyle yapılmış güzel bir söyleşi:

ekmel-ali-okur-kimdir-hepsi10numaracom

Sizin için “Çukurova’nın düşünen adamı ” diyorlar. Buna siz ne diyorsunuz?

Montaigne’ni “Denemeler” adlı kitabında çok güzel bir sözü vardır. Orada, mealen der ki:

“Alçak gönüllülük gösterisi yapmadan söylemeliyim ki…” der ve söyleyeceklerini mütevazilik adı altında kibirlenmeden, kibir yapmadan apaçık, dobra dobra söyler  ve devam edip gider.

Ben de bu büyük düşünür ve deneme ustasından esinlenerek diyorum ki:

Ben ki ta çocukluğumdan bu yana hep kendimi ve hayatı ciddiye alıp iyi ve güzel bir adam olmaya çalıştım.

Doğrusu, bu konuda Rabbim’e nice bin şükürler olsun ki, kendimle barışık ve kendimden oldukça memnun biri sayılırım.

Yaşamım boyunca hep doğruyu arayıp durdum.

Bulduklarımla da yetinmeyip hep kuşku duygusunu diri ve canlı tuttum.

Sayısız hatalar yaptım ama hatada asla ısrar etme saçmalığını da yaşamadım.

Bir başka deyişle, onun-bunun kınamalarından  çekinerek bu görklü yolculukta arayışlarıma ket vurmayı aklımın ucundan bile geçirmedim.

Bu konularda en büyük esin kaynağım, anamın dedesidir. Yani Ali Hoca…

Ali Hoca ki ıssız dağ başlarında, toprak damlarda hep doğruları arayıp, yeri, göğü ve bunlar arasında her bir şeyi doğru okuyup doğru anlamaya çalışarak bu harika yolculuğunu ta ölüm sularına varıncaya dek sürdürüp gitmiş bir erdem adamıdır.

Ardından dudak bükenlere, dedikodu edenlere  aldırmayıp bu bilgelik aşkını adeta çığlık çığlığa  yaşayarak öteler ötesine kadar taşıyıp gitmiştir.

İşte  ben de  kendimi bildim bileli,  en çok da bu adamın hikayeleriyle hayata boyverip, ete-kemiğe bürünüp, Ekmel Ali Okur olarak görünüp, dal- budak salıp bilgelik çiçeçeklerine  durmaya çalıştım.

Çalışıyorum da..

Evet, bende, aynen Montaigne’nin dediği gibi, Çukurova’nın düşünen adamlarından biri olmaya devam ediyorum..

Çünkü ben oldum olası hep göl olmayı değil, büyük ummanlara doğru sürekli akıp duran ırmak olmayı seçmiş biriyim.

Bu anlamda yaratılmış hiç bir insanın düşünceleri ile kendimi mutlak anlamda sınırlamadım.

Sınırlamam da…Çünkü böyle bir kabülü, akleden, yani düşünen insan onuruna yakıştıramam.

Bir başka söyleyişle, her daim, hep düşünsel  hicret üzere olmayı seçmişimdir. Yani darlıktan genişleğe, yapay olandan doğallağa, sığlıktan derinliğe, eskiden yeniye, kalıplanmaktan özgürlüğe…

Evet, özgürlüğe yani düşünen adam olmaya..

Sizin için hayatın anlamı nedir?

Öncelikle şunu söyleyeyim: Hayat nedir? Türkçesi: Yaşamdır. Yani diriliktir. Ölü ve diri. Birbirlerinin zıddı.

Hani denir ya: “Her şey zıddıyla kaimdir.” Yani zıddıyla ayakta durur.

Bizler, birilerine bir kavramı tanımlayabilmek için,  önce söz konusu sözcüğün zıddını  bulup ona göre ölçümleyerek, yani karşılaştırarak, meramımızı ifade etmeye çalışırız.

Burada da hayatın zıddı, memattır.

Yani ölülüktür. Ölü oluştur. Demek ki hayat;  duyumsamaktır. Farkı fark etmektir. Görüleceği doğru görüp dosdoğru ifade etmektir.

Yani görüleceği, görülmesi gerektiği gibi görüp göstermektir.

Uzatmayalım. Sözün özü: Bilineceği, bilinmesi gerektiği gibi bilip bilinçle yaşamaktır.

Çünkü, bilmek ayrı, bilineni bilinçle bilmek ayrıdır. Hep deriz ya: “Hayata hayret ve hayranlıkla bakmalıyız” diye.

Bu ne demek?  Bu, zaman içinde  çevremize, doğaya, toplumsal yargılara körleşmemektir.

Alışmamaktır.. Alışkanlıklarımızın bir tür tutsağı olmamaktır..

Yunus Emre’nin ” Biz her  gün yeniden doğarız/ Bizden kim usanası”  demesi gibi..

İşte en başta kendimizi ve başkalarını eskitip tüketmemeliyiz. Çünkü yer, gök, her bir şey

hep bir devinim içindedir; hep bir eylem içindedir.

Biz dahi böyle olmalıyız. Eğer ki böyle olmazsak doğamıza, özümüze aykırı bir yol tutmuş oluruz.

Tabii ki duran bozulup çürür. Çürüyen kokuşup başkalarına zarar verir.

Diyeceğim o ki, bana göre hayatın anlamı: Bilinçle  bilmek, aşkla istemek ve de yapmaktır..

Kerim Kitap Kuran’da da, “Vel asr ” suresinde  dupduru bir dille denilir ki:

“İnsan mutlak hüsrandadır.

Ancak iman edenler,

Salih amel işleyenler,

Hakkı tebliğ edenler ve sabredenler böyle değildir.” denilir.

Demek ki, önce iman; ama neye? Tabii ki doğru bilgiye.

Daha sonra  da, doğru bilinenenin bilince dönüştürülüp  eyleme geçirilmesi.

Paylaşmak ve bu seçimde de  hep bir  kararlı olmaktır.

İşte yaşamak, yani ziyan olup gitmemek budur.

Bir insan bir şeyi gerçekten doğru biliyorsa yani bilinçle biliyorsa,

böyle bir  insan yanlışlar yapmaktan çok ama çok tedirgin, rahatsız olur.

Çünkü, kendisiyle yani doğasıyla, yani özüyle çelişir.  Velhasıl, her çelişki insanı zorlayıp bozar..

Söz gelimi; özgürlüğü bilen bir insan, asla başkalarının özgürlüğünün örselenmesine tahammül edemez.

Katlanamaz buna. Bu gerçek, her kavramda böyledir. Yani sevgide de, emekte de, barışta da, aşkta da, vs.,..

Öyleyse, hayatın anlamı: doğamıza, vicdanımıza, akla, uygun ve uyumlu yaşamaktır.

Ana fikir; Yüce Yaratan, hayatı yaratarak hayatı bizlere armağan etmiştir,

Bizler de  doğru bilip doğru yaşayarak Rabbimiz’e şükretmeliyiz.

Çünkü, şükür furkandır.

Yani hakla batılı ayırt etmektir.

İşte  tam da bu yüzden çok şükretmeliyiz.

Çünkü, şükür var olmanın  bir diğer adıdır.

İnsan dünyaya neden gelir ve neden yaşar?

Doğrusu, hiçbirimiz de bu dünyaya isteyerek gelmedik ve de isteyerek gitmeyeceğiz.

Bizlere düşen bir tek şey vardır. O da  doğru bilip, doğru yaşamaktır.

Yani iyi yaşayıp güzel ölmektir.

Demem o ki yaşamın gizi: Doğruluk+iyilik+ güzelliktir.

Bu üç kelime, yani kavram, bütün  bir hayatın açıklamasıdır.

Beyinden özürlü olmayan her insan bu konuda hemfikirdir.

Ne olursa olsun, “Büyük yargı günü ” olmasa bile, akleden her insan, doğru, iyi ve güzel yaşamak zorundadır. Bu, insan olmanın zorunlu bir sonucudur.

Çünkü bu kavramlar evrenseldir.

Evrensel olanda, her yerde, her zaman ve her kişide değişmeyendir.

O zaman bu dünyaya ne diye geldik?

Önce doğamızda kodlanmış olan bilgilerle uyanıp özgürleşmek için.

Yani özümüzü gürleştirmek,  çoğalmak. tabiri caizse, kendimizi sürekli yaratarak daha donanımlı olmak için.

İyi olarak, iyiliklerle bu doğal ortamı daha bir iyileştirmek güzelleştirmek…

Kendimizi ve çevremizi cennetleştirmek.

Yani birbirimize cennet olmak.

En sonunda da öteler ötesinde cennete uygun sakinler/adamlar olmak için, diyorum.

İyi insan olmak ne demektir?

İyiliğin zıddı, kötülüktür. Kötülük ise, doğal olanı, özgün olanı örselemektir; bozup dumura uğratmaktır. Bozulan bir şey de özelliğini ve güzelliğini yitirir. İşe yaramaz. Çevreye zarar verir. Diyelim ki bir canlı öldü, bir süre sonra bozulup kokmaya, mikrop olup hastalıklara neden olur. Öyleyse, bir tek çare vardır. O da iyi insan olmaktır.  Ne olursa olsun. Yaşamın gizi: İyi insan olmaktır. İyilikler  yapmaktır.

Ve hayata da iyimser bakmaktır. Çünkü yine de her kötülüğün ilacı, iyiliktir.

İyilik içre olanlar, gerçekten ama gerçekten zeki olanlardır.

Aptalca kötülük riskine tenezzül etmeyenlerdir.

Yani kendi kendilerini iyi ve güzel adam yerine koyanlardır.

Çünkü bir gün bu dünya esenlik/barış yurdu olacaksa, bu iyilikle olacaktır.

Özgür ve özgün olun diyorsunuz, insanlar bunları nasıl yapabilirler?

Ben hep şunu bilir, şunu derim, insanlar doğru bildiklerinin ve bilincinde olduklarının toplamıdır.

Bu anlamda bir insan ne kadar biliyorsa  o kadardır.

Yani biri kalkıp ben  bir hiçim diyorsa, o bir hiçtir. Evet, hiç!

Demek ki doğru bilgi olmadan, ne özgür olunur ne de özgün olunur.

Özgür ve özgün.

Bunların ikisi bir şeydir.

Tıpkı göz ve ışık gibi.

Gözün, ışık olmadan hiç bir anlamı yoktur.

Işığın da, göz olmadan bir anlamı  olamaz..

İşte özgür ve özgün oluş da böyle olmazsa olmaz bir olgudur.

Öyleyse, önce özgür olacağız.

Kelimenin tam anlamıyla özgür olacağız.

İlle de özgür olacağız.

İnsan, ekmeğe, suya, havaya esirdir. Yani mecburdur.

Ve fakat bilge, devrimci, özgün insanlar, bu dünyaya ilk ve son gelişleri olsa bile özgürlük için ölürler.

Neden? Neden olacak? İnsan olmak özgürlükle doğru orantılıdır da ondan.

Özetin özeti şunu diyorum, başkalarının iradesine kendi aklını devreden biri, asla mutlu olamaz.

Çünkü, kendi olamayan biri, başkası da olamaz.

Bu da bir tür özünden vazgeçmedir, intihardır.

Zoptiriklik ve de zombiliktir.

Atalar ne der: ” Başkalarının şeyiyle gerdeğe girilmez ” derler.

Öyleyse, bu gökkubbe altında, her birey, kendi gözüyle bakıp görmeli, kendi duyularıyla duyup yaşamalı..

İnançlarımız konusunda sorgulayıcı olmamız gerekir derken neyi kastediyorsunuz?

Ben de aynen büyük bilge Sokrates gibi, “Sorgulamayan hayat yaşanmaya değmez.” diyorum.

Öyleyse, önce doğru bildiklerimizi sorgulayıp düşünmeliyiz.

Çünkü  bilmediklerimizi nasıl olsa bilip anlamaya çalışacağız. Demek ki, önce doğru bilgi. İlle de doğru bilgi. Çünkü, doğru bilgi olmadan, doğru düşünce, doğru düşünce olmadan da, doğru edim olamaz.

Doğru edimler olmadan da doğru bir yaşam  mümkün değil..

Şu halde önce doğru bildiklerimiz, yani bildiğimizi zannettiklerimizi sorgulamalıyız.

Öyle uydum kalabalıklara, yani geleneklere, diyerek inanç edinilemez..

Kendine saygı duyan her birey kendi inancını kendi arayıp bulacaktır.

Zira, kendine saygı duyan birine böyle bir  kör gidiş yakışmaz.

Kendine saygı duyan biri, her şeyden önce, ardına düştüğü, düşeceği her bir şeyi,

bir iyice sorgulayıp anlayıp ona göre yaşamına katar ya da katmaz.

Zaten kendine saygısı olmayan birilerinin de bir başkalarına saygısı olamaz.

O zaman, bağnaz kimdir?

Bağnaz, bir şeyi sorgulamadan reddeden  ya da  kabul edendir.

Demek ki kendine değer veren biri, kendini değerli hale getirmek için, aklının basmadığı bir şeyin ardında gölge olup sürüklenip gitmez. Sürüde bir koyun olmaz.

Bütün uzuvlarının hakkını verir; ama en başta, Allah’ın en büyük armağanı olan aklının hakkını.

Çünkü,  insan için en büyük felaket, aklın hakkını verememektir.

Aklı atıl kılıp körleştirmektir.

Hayatta hoş bir seda bırakmak nasıl olur sizce?

Tabii ki bunun en kısa yanıtı: Hoş adam olmakla.

Çünkü, hoş adam olamayanlar, ancak boş adam olurlar.

Boş adamlarda boş teneke gibidirler..

En  küçük bir etkide bile tıngırdayıp tedirgin ederler.

Böylelerinden de hiç kimse hoşlanmaz.

Hep bir dışlanıp yüz çevrilirler..

Öldükleri zaman da, bütün bir canlılar onun tıngırtılarından kurtulup, bir süre sonra da unutulup giderler.

Ama hoş, yani dolu adamlar, durdukları yerde nasıl duracaklarını bilirler..

Öyle her esen sosyal rüzgarlara kapılıp gitmezler.

Eğer ki bir yerden bir yere gideceklerse, kendileri de istediği için giderler.

Onlar ki sadece yaşarken değil, ölüp gittikten, en çok da ölüp gittikten sonra,

özgün eserleriyle anılıp adları gökkubbe altında “hoş bir seda olarak”  yankılanıp durur.

Atalar, “Emek olmadan sömek olmaz “ demişler.

Öyle büyük adam olmak da kolay bir şey değildir.

Bunun için alın terinden çok, akıl teri dökmek gerek.

Gün olup aklı gere gere kopma  vakitlerine gelip gitmektir.

Ama sonunda da  bu işin keyfini yani sefasını sürmektir.

İnsan bir kez bilinecekleri bilmeye görsün,

Öyle olup bitenler, olumsuzluklar  alıp başlarını giderler.

İkide bir dil, diz, giz sürçmeleriyle nevrleri dönmez.

Yani onun bunun şamar oğlanı olmazlar.

Kısır döngüler içinde dönenip durmazlar.

Evet, önce doğru  bilgi, çünkü doğru bilgi güçtür.

Gerçekte zalim olanlar, güçsüz olanlardır.

Sevecenlik de her zaman güçlü olanlardan beklenir.

Okumak nasıl yapılmalıdır sizce?

Bana göre iki türlü  okuma vardır.

Bir çıplak gözle, bir de metinle okumak.

Okumak bilindiği gibi, anlamak, algılamak, fark etmek, iletmek, çağrı gibi anlamlara gelmekte.

Ben en çok bütün duyu organlarıyla okumaktan yanayımdır.

Bu tür okumalar kolay kolay insanı yanıltmaz.

Ne mi demek istiyorum? Şunu: Dağı dağ olarak, ovayı ova olarak, ağacı ağacak olarak okumalıyız.

Diyelim ki. bir ağaca çıplak gözle bakıp onu çekirdeğinden, boy verişinden, çiçeğinden meyvesine değin okumalıyız.

Bir de psikolojik, sosyolojik, ekonomik, yani her tür bilimsel disiplinlerle okumalıyız.

Bir ağacı mı? Her bir şeyi..

Tabii ki bir de okuyanların yazdıklarını okumalıyız.

Ama sorgulayarak, ama eleştirel akılla ve tartışarak.

Bir de her tür anlayıştan adamları ön yargısız okumaya çalışmalıyız.

Ve de bilimin, bilgeliğin ve sanatın her bir rengini..

Evet, okumalıyız.. Ama  okumanın  bile bağımlısı olmamalıyız.

Diyeceğim o ki, özgür olmak için okumalıyız.

Bakışımızla, duruşumuzla, ilişkilerimizle…

Her şeyimizle tam bağımsız olmak için okumalıyız.

Kimleri okursunuz, sevdiğiniz yazarlar hangileri?

Yerli-yabancı, antik-çağdaş  hemen her tür yazarı okurum.

Edebiyatın bütün türlerini severek okur ve de yazarım.

Sevdiğim, keyifle okudum çok yazarlar vardır.

İlk aklıma gelenlerden ve çocukluğumdan yola çıkarsam:

Dede Korkut, Nasrettin hoca, Karacaoğlan, Yunus Emre,

Şemsi Belli, Ümit Yaşar Oğuzcan, Osman Şahin, Melih Cevdet Anday,

Nazım Hikmet, Aziz Nesin, Tolstoy, Dostoyevski, Steinbeck, Cengiz Aytmatov,

Adem Özbay( son yıllarda en çok okuduğum yazar), Özdemir İnce, Yalçın Küçük, vs.

Okurlarımıza hayatla ilgili önerileriniz nelerdir?

Uyanık olunmalı. En büyük varlığımız olan, kendi aklımızı kendimiz kullanmalıyız.

İyi bir gözlemci olmalıyız..

Öfkelerimizi içlerimizde bastırarak kendi kendimizi zehirlemeye kalkmamalıyız..

Yaşlanmaya dair söylenen sözlerden etkilenip oyuna gelmemeliyiz..

Ebedi gençlik ve sağlık üzerinde yoğunlaşmalıyız.

İyi ve güzel şeyler üzerinde düşünerek, kendimizi daha iyi hissetmeye çalışmalıyız.

Bu yalnız ve güzel ülkemizde her zaman üç tip insan olduğunu unutmayıp konumumuzu ona göre belirlemeliyiz..

Bir, emperyalizme hizmet eden yani işbirlikciler.

İki, aymazlar.

Üç, her zaman emekten yana, onurlu ve özgürlük yanlısı olanlar.

Öyleyse, uyanık olup kendimizi sömürtmemeliyiz ve sömürmeye de asla tenezzül etmemeliyiz.

En son derim ki, özgürlüğü içselleştiremeyenler, onurlu oluşları da başaramazlar.

Onurun olmadığı bir yerde de o, huzur denen güzel asla gönül evimize teşrif etmez..

Her tür aşk, ancak ve ancak onur yurdunda boy verip çiçeklere durur.

Demem o ki: Sağlıklı aşklar, sağlıklı ortamlarda gelip koynumuza sokulur…

ekmel-ali-okurhepsi10numaracom

*

Şöyleşi: 

Lilay Koradan

lilaykoradan@gmail.com

www.hepsi10numara.com

Bir önceki yazımız olan En Meşhur 10 Müslüman Bilim Adamı başlıklı makalemizde bilim ve sanat insanları, inançlı bilim adamları ve islam bilim adamları hakkında bilgiler verilmektedir.

Share

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir