Breaking News

Tarihten 10 Türk Şahsiyet

Tarihin muhtelif zamanlarından muhtelif kişileri seçerek bir güldeste yaptık desek daha isabetli olur. Yaşadıkları dönemde ve ondan sonraki asırlarda isimlerinden söz ettiren kişiler bunlar. Bize düşen onların tarihe düşürdükleri kayıtlara odaklanmak. Kendimize bir pay, belki önemli bir hisse kapabilmek. Bu kadar önemli şahsiyetleri takdir edersiniz ki küçük yerlere sığdırmak epey zor. Bir kitap hacmine göre hazırlanan yazıları bir kere daha derlemiş olduk. Bizimki hedef göstermek.

ALLAH’IN KAMÇISI: ATTİLA

attilla

 

Atının üzerinde korkusuzca duran, geniş göğüslü, büyücek kafasıyla rakiplerine ürperti veren bir bozkır rüzgârıdır o. Seyrek sakalı, boynundaki kalın kasların arkaya doğru çektiği boynu ve nereye baktığı anlaşılmayan tehlikeli bakışlarıyla müstesna bir Türk profiline sahiptir o. Peki kimdir Attila?

Savaşçı kabiliyetiyle “Yunanlılara, Romalılara, Cermenlere ayakları ucunda diz çöktürerek hepsine ika ettiği büyük haşyetle kiminin seyyielerini cezalandıran, kiminin şer ve fesadına mani olan büyük Türk başbuğu!”dur. (Attila, P. Safa, Ötüken) Peki Attila niçin büyüktür?

Attila’nın büyüklüğü elbette Avrupalılara yaramıştır. Avrupa, onun sayesinde kendine gelmiştir. Çürümüş zeminler üzerinde duramayıp neredeyse yıkılmak için sıraya giren 5. asır Avrupa’sı, ancak Attila’nın talanıyla hayata tutunabildi.

HACI BEKTAŞ VELİ

haci-bayram-veli

 

“Yüzü ayın on dördü gibiydi. Zayıf, ince bacaklıydı. Minik burnu bir noktaydı topak suretinde. Çekik gözleri meşe yeşiliydi. Bektaş bebek, Şemsî hesabına göre yeni yılı muştulayan evvel baharın ilk günü, Şah-ı Merdan Ali’nin gözlerini açtığı Sultan Nevruz günü gelmişti dünyaya. 1209 Mart’ının 21’inci günü.” (Aşkın Hünkârı, Şahdiz, Kemal Derin, Destek yayınevi, s. 36.)

Onu en iyi anlatan görüşleridir.  

Bir olalım, iri olalım, diri olalım. / Marifet ehlinin ilk makamı edeptir. / Okunacak en büyük kitap insandır. / İnsanın cemali sözünün güzelliğidir. / Hiç bir milleti ve insanı ayıplamayınız. / Nefsine ağır geleni kimseye tatbik etme. / İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır. / Düşünce karanlığına ışık tutanlara ne mutlu. / İlim, hakikate giden yolları aydınlatan ışıktır. / Düşmanınızın dahi insan olduğunu unutmayınız.

 

BÜYÜK KARTAL: FATİH SULTAN MEHMED

 fatih-sultan-mehmet

Doğum: 1430 Ölüm: 1481 İlk saltanatı: 1444-1446 İkinci saltanatı: 1451-1481

“Kaynaklara bakılırsa Fatih Sultan Mehmed orta boylu, iri kemikli, çok geniş omuzlu bir tiptir. Tıpkı Osman Gazi gibi vücudunun belden yukarısı aşağısına nispetle uzunca, yüzü beyaz kızıl renkli, kaşları eğri, saçı sakalı siyah ve kıvırcık, boynu geniş ve kısaca, burnu ince, uzun ve ucu aşağı doğru kıvrık, kartal gagası gibiydi.” ( Fatih’in rüyası, Mustafa Armağan, Timaş yayınevi, s. 153, İstanbul 2011)

Fetih için bütün hazırlıkları yapan ve yaptırtan Sultan Mehmed, ordusunun görkemli haşmetiyle 6 Nisan’da kuşatmayı başlatır. 29 Mayıs Salı gününe kadar İmparator; savunmaya devam eder. Geciken fetihle Sultan Mehmed’in huzursuzluğu artmaya başlar. Sabahlara kadar dua eder, peygamberinin müjdeli hadisindeki kumandan olmaya az kalmıştır. Fakat şehir hâlâ düşmez.

Topçuların atışlarıyla dövülen surların iyice yumuşadığına kanaat getiren Sultan, askerlerinin “Allah Allah!” nidasıyla fethin kapılarını aralayan hücum emrini verir. Yahya Kemal Beyatlı, sanki asırlar sonrasından o kutlu günü resmetmiştir: “Sen savletinle vur ki açılsın bu surlar / Fecr-i hücum içindeki Tekbîr aşkına”

29 Mayıs Salı günü öğleye doğru şehir tamamıyla emniyete alınmıştır. Harap olmuş bir şehirle karşılaşan Fatih Sultan Mehmed, gördükleri karşısında gerçekten çok üzülür. Fakat yanlış anlaşılmasın. Bu harabiyet savaşın neticesinde oluşmuş değildir. Bizans imparatorlarının şehirde hiçbir imar faaliyetinde bulunmamasından dolayıdır.

İşte Fatih, böylesi bir şehri fethetmekle dünyaya yeniden kazandırmıştır.

TAHTINA KAVUŞAMAYAN SULTAN: CEM

cemsultan

Fatih Sultan Mehmed’in oğludur. Osmanlı tahtına oturmak için çok uğraşır. Papalık da devreye girer. Amaçlarının ne olduğunu anlayan Cem, işi oluruna bırakır; fakat bu sefer de onlar bırakmaz. İşte böylesi bir hayatın adamıdır Cem.

Otuz altı yıl iki ay sekiz günlük hayat nihayete erer. Ölüm döşeğinde, bütün saltanatlara son veren Azrail’i beklerken Cem`in dudakları kurumuştur artık. Hayat ışığı, saltanat nöbetini elde etmek için harcanmıştır. Vaktin tamam olduğunu haliyle müşahede eden Sinan Bey, Cem`in dudaklarından kelime-i şehadetten sonra bütün zamanlara ve saltanatlara serlevha olacak su büyük cümleyi işitir:

“Bir düşten başka nedir ki dünya…” Sahiden Mevlana da düşü gaflete bina ederek dillendiriyordu: “Dünya Allah`tan gafil olmaktır.” Öyle değil mi?

MISIR FATİHİ: YAVUZ SULTAN SELİM

yavuz-sultan-selim.kimdir

 

Doğum: 1467(1469) Ölüm: 1520 Babası: II. Bayezid Annesi: Ayşe Gülbahar Hatun

Saltanatının ilk dönemleri şehzadelerle uğraşmakla geçmiştir. 1514 yılında Doğu’da karışıklık çıkarıp huzuru bozan Safevi hükümdarı Şah İsmail’in üzerine yürümüştür. Çaldıran ovasında hezimete uğrayan Şah, çareyi kaçmakta bulmuş, canını zor kurtarmıştır.

İslama baş olmanın liyakati Osmanlı’ya nasip olmalıdır anlayışı genel kanaate dönüşünce Mısır’ın fethedilmesi kaçınılmaz oldu. Tabii bunun yanında başka sebepler elbette yok değildi. Mısır Sultanı Kansu Gavri’ye gönderilen iki elçi Halep’te hapsedilmişti. Bu elçiler Zeyrekzâde Hoca Rükneddin ve Karaca Paşa idi. İşte Mısır, savaş için Osmanlı’nın eline böyle münasip bir sebep de sunmuştu.

1516 yılında Merc-i Dâbık’ta savaş sona erdiğinde Kansu Gavri de ölüler arasındaydı.  Sırtında çıkan bir çıbanı arkadaşı, nedimi Hasan Can’a sıktırınca çıban azar. Gün geçtikçe büyür ve Yavuz’u hareket edemeyecek hale getirir. Ölümü de bu çıban yüzünden olur. Tabii sebep. Ölüm geldi cihana, baş ağrısı bahane. Serin bir sonbahar mevsiminin 1520 Eylül’ünde “Bu dünya bir padişaha çok, iki padişaha az.” diyen Osmanlı Sultanı, dar dünyadan geniş olan diyara göç eyledi.

KATİP ÇELEBİ

katip-celebi

1609 İstanbul doğumlu olan Mustafa, Şubat çocuğudur. Gecelerini bile ibadetle geçiren bir babanın oğlu olarak din eğitimini küçük yaşlardan itibaren öğrenmeye başladı.

On dört yaşında Muhasebe Kalemi’nde göreve başladı. 1624 yılında Osmanlı ordusuyla bir sefere katılarak savaşın tahrip ediciliğine şahit oldu. Dördüncü Murad’ın Bağdat Seferi’ne katıldı. Hüsrev Paşa’nın 1630 yılındaki Hemedan ve Bağdat seferlerine katıldı. 26 yaşında hacı oldu. Bundan sonra Hacı Halife olarak anılmaya başlandı.

Katip Çelebi baktı ki on yılı seferlere katılmakla geçmiş. Daha sonra ilimle uğraşmaya başladı. Daha doğrusu bundan sonraki vaktinin tamamını ilimle uğraşmaya adadı. Birçok eseri Türk ve Dünya milletlerinin hizmetine sunmayı başarmıştır.

Katip Çelebi, 1657 Ekim’inde 48 yaşında kitaplarını terk etti.

PLEVNE’DE UNUTULAN KUMANDAN: OSMAN PAŞA

gazi-osman-paşa

 

Doğum: 1832 Tokat Ölüm: 1900 İstanbul

Plevne Kahramanı Osman Paşa. Gerçekten “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz/ Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde” dedirtecek ayarda bir insan. Yokluklar içinde çatırdayan bir devletin azametini, tüm dünyaya göstermeye çalışmış ve bunda da muvaffak olmayı başarmıştır.

Düşmanı Rus Çarı’nın bile takdirini haklı olarak kazanan bir “Kumandan”dır Osman Paşa. Asker sayısı olarak kendi gücünden fazla bir orduya karşı savunma yapmış, savaşmış; teknik donanım ve erzak bakımından aradaki büyük uçuruma rağmen adını tarihe altın harflerle yazdırmıştır.

ANTEP ONUNLA GÜZEL: ŞAHİN BEY

şahin-bey

Asıl adı Mehmet Said’dir. 1877’de Gaziantep Bostancı Mahallesi’nde dünyaya gelmiştir. 1920’de şehit edilmiştir.

Asker olarak Yemen’de bulunmuş. Başarılı askerliği ona Başçavuş rütbesini kazandırmıştır. Trablusgarp savaşına gönüllü olarak katılmıştır. Sina cephesinde İngilizlere karşı savaşmış, kendi değerleri için candan savaşan bu kahraman gence teğmenlik rütbesi tevdi edilmiştir. İngilizlere esir düşen bu cesur savaşçı, Mısır’daki bir esir kampına gönderilmiştir.

Ateşkesten sonra 1919 yılında serbest bırakılan Mehmet Said, İstanbul’a döner. Hükümetten talep ettiği görev gereği olarak Birecik askerlik şubesine atandı. Buraya geçmeden önce memleketi Antep’e gelir. Gelmesine gelir; ancak Antep’in içinde bulunduğu durumu görünce Birecik’e gitmekten vazgeçer. Çünkü Fransızlar işgalci kuvvet olarak neredeyse Antep’in her yerindedirler. Orada kalır ve direnişçi gönüllülerle düşmanlara kan kusturur. Kendisi de şehit olur.

PEHLİVAN SULTAN: ABDÜLAZİZ

sultan-abdulaziz

 

Doğum: 8 Şubat 1830 Ölüm: 4 Haziran 1876 Babası: II. Mahmud Annesi: Pertevniyal Sultan

Sultan Abdülaziz döneminde Batı’yla iyi ilişkiler kurulmasına özellikle dikkat edildi. Tanzimat Fermanı ile başlayan Batılılaşma bu dönemde de devam etti. Ülke genelinde yeni vilâyetler ilân edildi ve İstanbul Üniversitesi Fransız Eğitim sistemi örnek alınarak tekrar yapılandırıldı. Doğu Ekspres’in bir durağı olan Sirkeci Garı’nın temelleri yine Abdülaziz döneminde atılmıştır. Sultan Abdülaziz döneminde yeni asker üniformaları hazırlandı.

İlk kez posta pulu kullanıldı. Sahillere deniz fenerleri yapılması yine onun döneminde olmuştur. Osmanlı Bankası açıldı. Lise ve sanayi okulları açıldı. Orman madencilik ve tıp okulları açıldı. İtfaiye teşkilâtı kuruldu.

DÜNYA GÖZÜNDEN GÖNÜL GÖZÜNE TERFİ EDEN ADAM: CEMİL MERİÇ

cemil-meriç

 

Cemil Meriç asrının hilkat garibesidir. Entelektüel olmanın, kitapla hemhal olmanın en ağır faturasını ödemiştir. Bedeli: gözleri.

Sürgündür o ve sürgününe 1916 yılında Antakya’da başlar. Dünyanın eşiğindedir ve içeri süzülmeye başlar. Mağaradan içeri girmeyi bile bile istemiştir Cemil Meriç. Çünkü vizyona oynamadığını şöyle dillendirir: “Kimim ben? Hayatını Türk irfanına adayan münzevi ve mütecessis bir fikir işçisi.”

Cemil Meriç’i bulmak çok kolay. Yeter ki nerede aramanız gerektiğini bilin. Kütüphanede. Başka nerede olabilir ki? Kafede, AVM’lerde, politikanın siyasetin içinde bulamazsınız onu. O vadilerde suyu yok Hocanın. O, hep fikirlerin çalkantılı ve o nispette sakin limanlarında yaşamış. Kitapların padişahı, kütüphanesinin Don Kişotu olmuş. İstediği gibi atını koşturup kelimeleri munisleştirmiş. Çünkü kelime munisleşmezse ilim iskelet şeklinde kalıverir. İskeletin eti, budu, kasları yazarın hizmetindeki kelam ile olur. Neticede ortaya üslup çıkıverir. Öyle değil mi? “Kelamın elbise-i fahiresi üslup iledir.”

Üslup öyle olmalı ki yeri gelince kılıca dönüşmeli, fakat kan çıkarmamalı. Aksine fikir fışkırmalı değdiği yerden. Bunu gören de hemen kitaplara koşacak. “Kimi başında taçla doğar.” diyor Hoca. “Kimi elinde kılıçla.” Devam ediyor. “Ben, kalemle doğmuşum.” İyi ki de kalemle doğmuş.

*

Mehmet Akbulut

akbulut_977@mynet.com

www.Hepsi10Numara.com

Bir önceki yazımız olan Titanik Yapılırken En Güzel 10 Resmi başlıklı makalemizde titanik efsanesi, titanik filmi ve titanik nasıl yapıldı hakkında bilgiler verilmektedir.

Share

3 thoughts on “Tarihten 10 Türk Şahsiyet

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir