Yaşamımızdaki kötü insanları tamamen etkisiz hale getirmek imkansız ama isterseniz o kişilerin sizde bıraktığı negatif etkilerin izini bitirebilirsiniz. Dünyada kötü insan hep olacaktır ve sonu gelmeyecektir. Önemli olan, iyi insanların kötüleri nasıl algıladığı ve onlara karşı ne gibi zihinsel süreçlerle baş edebildiğidir. Geçmişte bize yapılmış olan haksızlıkları sürekli zihnimizde düşünmek onu sürekli tekrar tekrar canlandırıp zihnimizde o anki stresi, sıkıntıyı canlı tutmak bize en ufak yarar sağlamaz, geçmişi düzeltmez, aksine bu kendimize verdiğimiz büyük bir cezadır. Zehirli düşünceler veya düşünce kirliliği dediğimiz bu durumları çoğu insan yaşıyor. Ama hiç kimse bu yolla kendini mutlu etmiş değildir. Geçmişi değiştiremeyiz bu doğru; ama olumsuz anıların bizde bıraktığı negatif duyguları pasifleştirebiliriz. Yani bitmiş olayın derin acılarına son verebiliriz.
Duygularımızın esiri olmamak, mantığın kontrolünde duygularımızı yaşamak, işte önemli bir kişisel kazanımlardır. Ayrıca bunlar acılara darbe vurmanın yollarıdır. Neden sürekli geçmiş olumsuzlukları düşünüp kendimizi mutsuz ederek bizi sevmeyenleri sevindiriyoruz ki? Hani kendimizle barışıktık? Hani güçlüydük? Ama kendi zihnimizi, duygularımızı kontrol edemeyerek kendimizi sabote ediyoruz. Yanımızda kimse olmadığı halde, yalnız olduğumuz halde düşüncelerimizi negatif yapıp kendimizi üzüyoruz sonra psikolojik durumumuz bozuluyor, bu da türlü hastalıklara yol açıyor. İnsana ancak kendisi zarar verir. Geçmişi geçmişte bırakmak gerekli tabi ondan dersler de alınmalı ki benzeri durumlar yaşanmaması için. Kendimizi negatif düşüncelere kaptırmamızın temel sebebi, özgüven eksikliğidir. Çünkü düşünürken bir anlamda şunu söylüyoruz: ” Bana bunu nasıl yapabilir, ben bunu hak edecek biri değilim, benim derdim herkesten çok ve altından kalkamıyorum, hayat çok acımasız…” liste uzayıp gider.
Büyük hedefler küçük adımlarla başlar, büyük hedefler küçük hedeflerin birleşimidir aslında. Hedefe giderken atılan tüm adımlar küçük de olsa basit de olsa, nitelikli biçimde atılmışsa eğer hayati önem taşır. Ama insanın büyük başarıları emek, zaman harcamadan ulaşma isteği atması gereken adımlar küçük dahi olsa çok zormuş gibi algılamasına yol açıyor. Havadaki nem önce yağmur olur, sonra dereye, denize nihayet okyanusa dönüşür. Eyleme dönüşmeyen her dahiyane fikir ölmeye mahkumdur. Hedeflere sürekli düşünerek değil, eyleme geçerek ulaşılır.
Hayatımızdaki sorumluluklarımız hangi boyutta olursa olsun bizler için mutluluğun anahtarıdır. Küçük görevlerimizi bile zamanında yapıyorsak aslında o an için dünyanın en önemli işini yapıyor sayılırız. Çünkü her sorumluluk bir ihtiyacımızı giderir. Zira küçük görünen görevlerimizi yapmazsak daha büyük sorunlar yaşarız. Sonraya ertelediğimiz her iş, daha sonra karşımıza çıkacak başka işleri yapmamıza engel olacaktır. Mesela yemekten sonra bulaşık yıkamak zor görev değil işin yapılabilirliği açısından ama üşenip zamanından yapmazsak sonraki zamanda başka işlerimize zaman bulamayız. Her işimizi o an için dünyanın en önemli işiymiş gözüyle baktığımız zaman üşengeçliği aşarız, erteleme hastalığını yeneriz. Zira hayatımızdaki ayrıntılar hayatımıza anlam katar. Küçük görünen işlerin ertelenmesi birleşip büyük sorunlara yol açar.
Kendine inanmayan, özelliklerini reddeden, içsel motivasyonu az olan insanlar en küçük sorunlarda yıkımı uğramış gibi hisseder kendini. Halbuki sorunlar herkes için vardır ve hayatın gerekliliğidir, sadece bize mahsus değil ki. Sorunlarımız olabilir; çünkü burası dünya ve sorunlar olmak zorunda ama normal olmayan ise sorunlar karşısında mücadele gücümüzü, potansiyelimiz ortaya koymadan felaket senaryoları üretip kendimize kötülük yapmaktır. Unutulmamalı ki, sorunlar varsa bizlerin de insan olarak bunların üstesinden gelecek gücümüz, potansiyelimiz vardır.
Sadece bu gücü fark etmemiz için kendimize inanmamız, gücümüzü görmemiz, özgüvenimizi kazanmamız lazım. Ki bunların kazanımı noktasında çok çeşitli yollar da var. İnsan, kendi gücüne inandığı ölçüde güçlüdür. Başarılmak istenilen durum ne kadar basit olursa olsun eğer başaracağımıza olan inancımız yetersizse gerekli motivasyon sağlanamaz , gerekli çalışma yapılamaz sonuçta başarı gelmez. Mutlu olacağımız şekilde yaşamazsak, mutlu olmuş gibi davranırız ama mutsuzluğumuz devam eder. Ayrıca çalışma azmi her zaman için zekadan daha önemlidir başarı için.
İçimizde ne kadar çok çatışma, çıkmazlar ruhsal sıkıntılar varsa eğer insanları, olayları olguları tam olarak objektif algılama, yorumlama ve analiz etmede sorun yaşarız. Yoğun üzüntü içinde olan biri sağlıklı düşünmede sorun yaşar, veya çok mutlu heyecanlı olan biri mantıklı karar veremeyebilir. Bu da günlük hayatta sorunlara yol açar. Tutarlı, sağlıklı, mantıklı, objektif yorum ve analizlerin olmasının koşulu kendimizdeki içsel dengenin olmasına ve değerlendirmede bulurken kendi dünyamızdan değil karşıdaki unsurun kendi özellikleri ve koşullarını baz alarak değerlendirme yapmalıyız. Aksi takdirde yaptığımız yorumlar, algılamalar gerçekçi olmaz, anlamak istediğimiz gibi anlamaya yol açar, egomuzu besler ve işin kötüsü bu algılayış tarzı ilerisi için istikrarlı biçimde sağlıklı olmayan bakış açıları geliştirmeye yol açar. Yanlış algılamalar da doğal olarak kişinin öncelikle kendi iç dünyasıyla ilgili algılarını daha olumsuz yapar. İç dünyasıyla iletişimi zayıflayan kişi, dış dünyasıyla sağlıklı ilişikler kuramaz, özel ve mesleki hayatında mutsuz olmaya devam eder. Aynı zamanda dış dünya ise kişinin kendi algı yanılmasına aldırmaksın kendi gerçekliğinde düzenine devam eder.
Yani hayata başka pencerelerden de bakabilme esnekliğine sahip olmamız lazımdır. Empati kurmadan başkalarını anlayamayız, başkalarını anlamadığımız sürece hayatımızda istediğimiz sonuçları alamayız. Şöyle bir örnek verebiliriz: Odadan dışarı bakan biri dışarıda havanın çok kötü olduğunu söyler. Ama dışarıda olan biri ise havanın iyi olduğunu söyler. Sonra kişi anlar ki kötü olan hava değil sadece pencere camının çok kirlenmiş olmasından dolayı dışarısı iyi olduğu halde kötü görünmekte. Algı yanılsaması olayı. İşte insan içinde ne kadar çok sorun, mutsuzluk barındırsa ve de özellikle kendine karşı negatif eğilimleri çoksa, aslında normal olan insanları ve olayları anormal olarak algılayabilir.
Algıların değişimi için kişinin kendi içinde kendine karşı olan bakış açısını öncelikle olumlu yapması lazım.Yapılmadığı taktirde kötü olan kendisi değil hep dış dünyayı sorumlu, suçlu ilan eder kişi ama mutsuz olan ise yine kişinin kendisi olur. Unutulmamalı ki insan kendi içinde kendisine karşı neler düşünüyor ve de hissediyorsa aynı düşünce ve hisleri dış dünyaya yansıtır. İç dünyamızla barışmadan, sahip olduğumuz koşullar ve de özelliklerimizi ne kadar iyi olsa da mutlu olamayız.
İçimizdeki ” BEN ”i sevmek ve onu olduğu gibi kabullenme iç ve dış huzurun kapısını açar bizlere. İnsanların çoğu mutsuz olduğu halde değişimi istemeyerek bu hallerini devem ettirirler, mutlu olmak için değişimi istemezler. Çünkü var olan dünyalarında kalmanın verdiği acı, değişimin vereceği sancıdan daha az geleceğini düşündükleri için bir nevi göze alınmaz mutlu olmak için gerekli çaba ve tercih. Eski hayatlarını devam ettirmektirler. Ama içten içe kişi tatminsiz ve mutsuzluğunu kendi iç dünyasına sürekli iletir kendisine, sosyal hayatına bu yansır.Ayrıca değişim istemek cesaret ister; çünkü geçmiş değer yargıları, fikirler normlar sorgulanacaktır ve çoğundan vazgeçilecektir. Bir nevi kişiliğin yeniden imarı gibi. Bu değişim sancılı olur çünkü içinde yaşanılan toplumla çelişme anlamı taşır ve kişinin bir anlamda toplumda yalnız kalma riskini taşır bünyesinde. Sonuç olarak insanın özüne dönüşü, kendisi olma savaşı aslında kendisi olma savaşıdır ki bu en önemli huzurlu olma sürecidir..
*
Halil Kırık
www.halilkirik.com
Bir önceki yazımız olan 10 Adımda Manevi Gelişim başlıklı makalemizde kişisel gelişi, kişisel gelişim eğtimleri nasıl olmalı ve manevi gelişim hakkında bilgiler verilmektedir.