Düşünen insanın özelliklerine girmeden, şu düşünmek kavramına şöyle bir göz atalım.
Ha sahiden düşünmek nedir? İnsan ne yaparsa düşünmüş olur değil mi ya?
Bana göre düşünmek, insanın şu ya da bu şekilde karşılaştığı, doğal-yapay, soyut-somut olayların, durumların, nedenlerini, niçinlerini, niyelerini, nasıllarını anlamaya çalışmanın adı olmalı.
Söz gelimi Arşiment’ten önce de boş bir tas su üzerinde durup yüzüyordu.
Bu durumu bütün bir insanlık görüp gözlüyordu. Ne var ki bunu insanlık tarihinde ilk kez Arşiment denen bir adam görüp niçinini, nedenini sorgulayıp fark etti. Yer çekimi yasası da, başka yasalarda öyle.. Yolda ya da başka yerlerde yürürken hemen herkesin başına şöyle ya da böyle bir şeyler düşmüştür. Ama ilk kez Newton denilen bilim adamı bu düşüşlerin niçinlerini sorgulayıp anlamaya çalışmıştır.. Demek ki düşünmek, hayata sorular sorup yanıtlar aramaktır.
Onun için, “Hayata soruları olmayanların yaşanmaya değer insani bir hayatları da yoktur.” denilmiştir.
Bence düşünen insanın en güzel tanımı: insan soru soran bir canlıdır olmalı..
Bilmenin, bilgeliğin biricik anahtarı soru sormaktır. Çünkü bu dünyada, en ilginç şey, insanın düşünmek konusunda düşünebilen tek canlı türü olmasıdır. Yani insan soyu simgesel simgeler kullanabilen bir varlıktır. Bir başka deyişle, yeni yepyeni düşler kurup başka bambaşka şeyler bulup üretebilmesidir. Yaratabilmesidir. Öyleyse, bu dünyada en görklü şey, insan denilen bu canlıya kendini kendine geri verebilmektir. Yani insanın kendinin kendi olmasında ona yardımcı olmaktır.
Eğer ki her insan kendi olma şansını elde edebilirse bu dünyada insanlar daha bir esenlik içinde, kardeşçe yaşarlar. Şu hiç unutulmamalı ki: insanın mutlu olmak için bir tek şansı vardır.
Oda kendi olmaktır. Bir başkası olmak isteyenler ya da bir başkalarının olmasını istediği kişilikler olmak imkansızı mümkün kılmak kadar zordur. Bu hayatta insanın en kolay olabileceği kişilik yine kendisi olmasıdır. Öyleyse her insan kendi olmalı. Bu konuda kendini seven, kendine saygı duyan insan, hemcinsine yardımcı olur.. İşte bu güzelliği ancak kendi olabilmiş olanlar başarabilir. Çünkü insan ancak ve ancak sadece kendinde var olanı verebilir. Nasıl mı? Şöyle.
Özgür olanlar özgürlüğü, bilge olanlar bilgeliği, huzur içinde olanlar huzuru verebilirler. Yani her kimde ne varsa sadece onu verebilir.
Unutulmasın ki kendilerini bir başkalarına verenler sonsuza kadar bir başkalarının kişiliklerinde yiter giderler.
Öyleyse hiç kimse hiç kimsenin izinde izdeş olmamalı.
Her birey ne yapıp edip kendi biricikliğini keşfedip kendini sevip saymalı.
Kendini seven biri, kendine değer verir yani kendini değerli hale getirmek için, hep bir arayış içre olur.
Bunun için, okur, düşünür ve sürekli sorgulayıp en doğruyu bulmaya çaba gösterir.
Çünkü yaşam salt bir yolculuk değildir. Ya nedir? Başlı başına bir süreçtir.
Ona adım adım, evre evre ulaşılır. Eğer bu görklü yolculukta, her bir adımımız, her bir evremiz, anlamlı, renkli ve varsıl olursa, yaşamımızda aynen bu hal üzre olur.
Öyleyse, bir insanı sevmek o insanın her anlamda gelişmesini istemekle olur.
Yoksa birbirlerine sarmaşıklar gibi sarılarak varılabilecek, özgün, asude bir yer yoktur.
Bir insan kendiyle ilgili her ne düşünüyorsa o odur.
Yani ben ya da biz bir hiçiz diyorsalar onlar gerçekten de birer hiçtirler.
Çünkü insanlar kendi haklarında her ne düşünüyorlarsa ondan başka olma şansları yoktur..
Düşünen insanlar hep kendileri olmaya çalışırlar.
Onun için, bu dünyada en kolay şey, insanın kendi olmasıdır.
Bir başkalarına öykünen, bir başkaları gibi olmaya çalışanlar hem kendileri hem de o öykündükleri kişi olamazlar. Bu böyledir.
Bu tür kişilikleri, çelişkiler, iç çatışmaları, kaoslar ve bungunluklar beklemektedir.
*
Düşünen insan, bu dünyada eşsizliğini, biricikliğini hep anlamaya, keşfetmeye çalışır.
Kendilerini keşfeden, bu görklü yolda yol alanlar bu güzellikleri bir başkalarıyla da paylaşmaya çalışırlar.
Yani kendileri için istedikleri bu güzel edimleri, bu güzel erinçleri bir başkaları için de isterler.
Bu görklü yolda yol alanları her fırsatta teşvik edip yüreklendirmek gerek..
Öyleyse düşünen insan her zaman ve her yerde, özgür ve bağımsızlığı solumaya çalışır.
“Zalim olanlar, güçsüz olanlardır.” Yani iç özgürlüğü ve bağımsızlık duygusunu tatmamış zavallılardır.
Onun için, iyilikler, güzellikler her zaman, özgün kişiliklerden beklenen bir olgudur.
Şimdi gelelim, düşünen insanın başlıca özellik ve de güzelliklerine:
Düşünen insan, özgürlük ve bağımsızlık için her bir engeli göze alır.
Bu uğurda ne yapıp edip elinden geleni yapmaya çalışır.
Çünkü insanın gelişip kendini ve yaşamı keşfetmesinin biricik yolu budur.
Bireyler özgür ve bağımsız olmadan kendilerine özgü özellik ve güzelliklerini ortaya çıkaramazlar.
Yani varoluşlarını gerçekleştirip iyi ve güzel insan olmanın anlamını yaşayamazlar.
İnsan yaşamak için, havaya, suya, ekmeğe ve barınağa mecburdur.
Ama özgürlük ve bağımsız kişilik bunlardan da önce gelir.
Çünkü gerçek anlamda özgürlük ve bağımsızlığı tatmış bir insan, hava, su ve ekmek için kolay kolay ölmez ama özgürlüğü ve bağımsızlığı için ölür.
Demek ki düşünen insanın en önemli özelliği ve güzelliği, özgürlük ve bağımsızlığı bir aşk gibi görüp ona değer verip saygı duymasıdır.
Düşünen insan, birey olmaktan, kendi olmaktan, kendi özünü keşfedip yalnız kalmaktan çekinip korkmaz.
Onun bütün bir düşleri kendi içinde var olan, yani Yüce Yatanın her bir insana ayrı ayrı bağışlamış olduğu o eşsiz defineye doğru bir kutlu, evrensel, ödünsüz yolculuktur. Bu kutlu yolculuğunda önüne ne tür engeller çıkarsa çıksın, onun yüreği hep o defineye ayarlıdır. O define için atar.
Oysa, düşünmekten geri duran insanlar, hemen alelacele bir guruba, bir guruya yani bir öncüye istencini devredip onların kalıplarıyla kalıplanıp bir tür esrar almış adamların uyuşukluğu ve uyumluluğu içinde dönenip dururlar. Tıpkı bağlısı olduğu gurup gibi giyinip onlar gibi düşünüp onlar gibi davranışlar gösterirler.
Böyleleri kendi özgün kişiliklerinden kopuk birer zavallıdırlar. Yani kendilerine özgü, bir duyuş, bir düşünce, bir düşleri yoktur. İşte öylesine içlerinde bir çöl kuraklığını, bir ayaz kuruluğunu hep büyütüp dururlar.
Düşünen insan, ne olursa olsun, ezber ve öykünmeden olabildiğince kaçınıp uzak durur.
Çünkü ezberin bir zihinsel soykırım olduğu gerçeğini bilip tiksinir.
Bilir ki, ezber denen şeyde, bellek, tasarı, ölçümleme ve zekâ gelişemez.
Bilen bilir ki insan bilmediği, anlamadığı bir şeyi, tasarlayıp zekâsını, emel duygularını geliştirip çoğaltamaz. Bu tür insanların zaman içinde anlama yetenekleri körelip yiter gider.
Velhasıl. Kalıplanmış insan sadece edinmiş olduğu kalıpların izin verdiği oranda düşünüp değerlendirmeler yapabilir. Oysa bütün bir yaşam, başlı başına bir sınama ve denemeler bütünüdür. Öyleyse her bir insan, bütün bir yaşamı, kendi özgür duygularıyla, deneyimleriyle görüp gönenmeli.
Bağımlı kişilikler yani kendi olamayan insanlar, kendi kalıplarının dışındaki bütün bir dünyaya nefretle, düşmanca duygularla bakıp huzursuz, mutsuz olurlar. Kendileriyle benzer şeyleri paylaşmayanları karşı saflarda görüp onlara karşı içlerinde hep bir olumsuzlukları beslerler.
Bunlar giderek kendi kendilerini zehirleyen esrikler gibidirler.
Şimdi ezber ve öykünmeye dayalı eğitimle eğitilen insanlara dair ilginç, ibret dolu bir örnek verelim.
Şunu diyorum: Her ne olursa olsun, her insan şöyle ya da böyle haksızlıklara maruz kalabilir.
Kalmasa iyi ama maalesef kalabilir. Bir insan böyle bir duruma düştüğünde kendi kendine ceza verebilir mi? Tabii ki bu sorunun doğru yanıtı: hayırdır. Ama hemen herkesin tanıdığı şu ünlü yazar Ömer Seyfettin “Diyet” adlı hikâyesinde, Kasap Memet’in patronu Koca Ali’nin yaptığı haksızlığa karşı, aşağılanmalara karşı dayanamayıp, kendi elini bileğinden kesip onun yüzüne fırlatır. Evet, hikâye bu…
Şimdi burada durup düşünüyoruz. Kasap Memet’in yaptığı bu eylem doğru mu? Tabii ki değil. Tıpkı bir şarkıcı için insanların kendilerini jiletlemeleri, pire için yorgan yakmaları, inandıkları şu ya da bu dava için canlı bomba olup nice bin insanların ölümlerine neden olmaları, bütün bunlar ezberci ve öykünmeci anlayışın bir yankılanmasıdır.
Düşünen insanın en önemli özelliklerinden biri de değişime açık olmasıdır.
Yunus Emrenin, “Biz her gün yeniden doğarız/ Bizden kim usanası…” demesi gibi.
Bir başka söyleyişle, düşünen insan, bir yerde göl olmayı değil, her zaman, her yerde, çağıl çağıl, köpük köpük ırmak olmayı seçen insandır. Düşünen insan hep arar durur. Bildiklerinden mutlak anlamda emin olmaz. Doğasında henüz doğarken var olan o kuşku duygusunu her zaman yedeğinde taşır.
“Doğayı ve evrenleri anlamak kim biz kim?” gibi duygulara kapılıp kendi kendinin amansız bir hasmı olmaya yeltenmez. Nasıl ki insan anne rahmine düştükten sonra sürekli değişir ve gelişirse, toplumlarda aynen böyle değişip gelişirler gerçeğini göz ardı etmezler. Değişmeyen sadece zombilerdir, yani ölü hükmünde olanlardır.
Düşünen insanın bir özelliği de, şu “acz” duygularına kapılıp gitmiş onun-bunun güttüğü bir insan olmayı içlerine sindiremeyenlerdir.
Bu tür insanlar geleneksel kader anlayışına teslim olup boyun bükmezler. Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu Yaradanın bağışladığı akıl nimetiyle ölçümleyip ona göre seçimlerini yaparlar. Kendilerine güvenip arayışlarını bir büyük coşkuyla sürdürürler.
Düşünen insan diline olabildiğince önem verir. O bilir ki, insan dilinin ucundadır.
Her kim duygularını, düşüncelerini, düşlerini ne kadar ifade edilebiliyorsa o kadardır.
Düşünen insan, anlatmak istediklerini, basitleşmeden, en basite indirgeyerek arı-duru, dupduru anlatmaya çalışan insandır. Öyle alengirli, girift, imalı anlatımlara tenezzül etmez.
Yabancı sözcükler kullanarak, o mendebur egosunu tatmin etmeye tenezzül etmez.
Düşünen insan, eleştirel aklı her zaman, her yerde önder edinir.
Üzerine üşüşüp gelen, çağdaş ve geleneksel bilgi ve vehimleri, bu eleştirel akıl eleğinde eleyerek beynini, hayatını koruma altına alır. Çünkü her bilgi zaman içinde, önce belleğini, zekasını, duygularını ve istençlerini etkileyip sağlığını bozabilir. Bir başka deyişle, her bilgi ve vehim önce düşünceleri, düşünceler davranışları, davranışlarda bütün bir yaşamı etkisi altına alır.
Onun için, eleştirel düşünen biri, söz konusu düşüncelerin altında yatan, nedenleri, niçinleri, neyeleri anlayıp değişime açık olur. Demem o ki her hangi bir düşünceye öyle çakılıp kalmaz.
Eleştirel düşünceyi ilke edinen biri, ilk adım olarak, karşılaştığı sorunların özüne vakıf olmaya çaba gösterir. Düşünür Huxley’in de dediği gibi, “Bir insanın tecrübesi başından nelerin geçtiği değil, başından geçenlerden nasıl yararlandığını gösterir.” der.
Düşünen insan, sadece kendi yaşadıklarından değil, başkalarının tecrübelerinden de yararlanır.
Belleklerini hiç bir ayrım yapmadan insanlık tecrübeleriyle varsıllaştırırlar. Eskiye, geçmişte yaşadıklarına takılıp kalmazlar. Unutmaları gerekli, artık miadı dolmuş hatıraları belleğinden atarak yeğnileşerek yoluna devam ederler.
Dışarıda, geçmişte anlamsızca yapılıp edilen yolculukların, geleceğe bir yararı yoktur.
İnsan ancak, kendine ait, kendine özgü değerlerle bu bilinç yolculuğunu yaparsa bir anlamı vardır. Büyük düşün adamı Emerson, “Her davranışın atası düşüncedir.” der. Kendi evrensel, temel değerlerini keşfedemeyen biri, kendine enjekte edilen yapay kalıpların ardında sadece bir gölge olup gider..Yöneldiği kimi şeyleri elde etse bile, iç dünyasını savsakladığından dolayı, mutsuz ve huzursuz olur. Onun için düşünen insanın zihinsel gerçeği kendine özgüdür.
Yani kendi doğal gerçeğini yansıtır. Oysa bağımlı kişilerin zihinsel gerçeği ona başkalarınca enjekte edilmiştir. İşte böyle kişilikler kendi özgür bulunçlarıyla buluşup huzur denilen o tanımsız duyguyu soluyamazlar.
Düşünen insan, dinlemesini bilen insandır.
Çünkü insan ilişkilerinde, dinlemek konuşmaktan daha bir önemlidir. İnsan dinlemeden muhatabının içsel ve dışsal paradigmalarını çözemez. Kalıplanmış insan kendi kalıplarının ayırdında değildir.
İşte tam da bu yüzden eleştirel düşünceye kapalıdır. Oysa düşünen insan, her tür kalıplanmanın ötesindedir. Ve bu yüzden de düşünen insan, risk almaktan çekinmez.
Yani yanlış yapma hakkını her zaman etkin tutar. Neden? Neden olacak? İnsan yeni, değişik, çarpıcı şeyler öğrenebilmesi için, bu riske hep ihtiyaç duyar. Hani derler ya: “Hiç hata yapmak istemeyenler en büyük hataları yaparlar.” diye. Öyleyse insan kendi gelişimini tamamlayabilmek için, sürekli geleceğine ilişkin yatırımlar yapmak zorundadır.
Düşünen insan, özgür insandır. Gerçekçidir. Sevgi doludur. Sevdi mi, koşulsuz sever.
Her bir duygusunun farkındadır. Kendine güvenlidir. Kendine özgü varsıl bir iç dünyası vardır.
Sürekli doğruyu, iyiyi ve güzeli arar durur. Paylaşımcıdır. Yapmacıklıklardan, onun bunun beklentilerine göre hareket etmelerden uzak durur.
Düşünen insan, küçük ve sade şeylerden keyif almasını bilir.
Çünkü düşünen insan, pahalı, lüks şeylerden değil, ince ve zarif olanlardan daha çok hoşlanır.
Düşünen insan, zengin olmak yerine sadece ona-buna muhtaç olmadan yaşamayı yeğ tutar.
Sükûnetin ve sessizliğin içinde gerçeğin sesini duyarak, gelecek zamanlara doğru bir yer altı ırmağı gibi akar da akar.
Birde en çok yaz gecelerinde yıldızlarla söyleşir.
Dört mevsim kuşların sesiyle çoğalıp gönenir.
Tanrısal bir şiir dili olan çiçeklerle esrik duygular yaşayıp dinginleşir.
Dağ başlarında, ormanlarda, bıngıl bıngıl bıngıldayan pınarlarla hemhal olur.
Ve de en çok insan yaşamının ilkyazı olan krizantem krizanten olan bebeklerin yüzlerinde, yüzlerinde domur domur yuvarlanıp düşen gözyaşlarında, yüreğinin çarpışlarını dinleyerek yeğnileşir.
Düşünen insan, aşk adamlarının bilgelik sofralarında yani yağmurlarında ıslanarak daha çok huzur bulup rahatlar.
*
Ekmel Ali Okur
e.aliokur@hotmail.com
Maviçatı Yayınları – Olumlu Düşüncenin Gücü
Bir önceki yazımız olan En Karizmatik 10 Kadın Oyuncu başlıklı makalemizde başarılı kadınlar, büyük kadın kahramanlar ve dindar kadınlar hakkında bilgiler verilmektedir.
Ağzınıza sağlık, teşekkür ediyorum 🙂