Kitap, dergi, web sitesi fark etmez. Mutlaka yazılar iyi bir editörden geçmeli. Peki editörlük nedir, nasıl yapılır. İşte bunu anlatan güzel ve eğlenceli bir yazı. Hadi bakalım editörlüğünüz başlasın:)
Öncelikle bu konuda vereceğim tavsiyelerin hatta tavsiye vermemin ukalalık olarak algılanmamasını temenni ederim. Editörlük benim mesleğim (belki de zanaatım demek daha doğrusu olur) ve bu meslekte benden çok önce gelen, ustam, büyüğüm diyeceğim, bu mesleğe yıllarını vermiş, saygıda kusur etmeyeceğim birçok insan var. Verdiğim tavsiyelerde doğru bulmadıkları, itiraz edecekleri noktalar olabilir. “Şu çekirgeye baksana sen, nasıl da ötüyor,” diyebilirler. Haklarıdır. Ustalarımın deneyimi ve bilgisinin yanında benimki ancak denizde damla olabilir. Bu yüzden bu konuda iddialı cümleler kurmaktan çekiniyorum.
Ancak herhangi bir sebeple gelecekte bu mesleği icra etmeyi düşünenler varsa ve sesimi duyabilirlerse belki işlerini kolaylaştırmak, belki bazı zorlukları daha kolay aşmalarını veya hazırlıklı olmalarını sağlamak amacıyla, kendi deneyimlerime de dayanarak esprili birkaç cümle kaleme almak istedim. Çok da ciddiye almadan okumanızı salık veririm. Sürçülisan edersem affedin.
Aklınızdan zorunuz mu var? Bana editörlük konusunda büyüklerim tarafından verilen ilk tavsiye buydu. Geleneği devam ettirelim. Editör unvanını çok havalı buluyor olabilirsiniz, zihninizde çok şey vadeden bir kelime olabilir. Değil. Uzaktan bakıldığında havalı bir unvanı olması dışında da bu mesleğin cazip bir tarafı da yok sanki. Editör olup ne yapacaksınız?
Kitap okuyarak para kazanacağımı düşündükçe içim kıpır kıpır oluyor. Evet, işimiz kitap okumak ve çalıştığımız için de para kazanıyoruz ama kazın ayağı da öyle değil. Bir okur olarak para verirsiniz ve istediğiniz kitabı, istediğiniz zaman, canınızın istediği gibi okursunuz. Bir eleştirmen kitap okumak için para vermez (veya vermemeli), istediği kitabı kısıtlı bir zaman içinde okur (ideal şartlarda belki para bile kazanabilir). Bir editör hangi kitapları okuyacağını her zaman seçemez. Çok daha kısıtlı süreler içinde, ömründen vererek, çoğunlukla okumak istemediği kitapları saçını başını yolarak okur.
Ama okumak… İstisnalar elbette kaideyi bozmaz, lakin sabahtan akşama iş yetiştirmek için kendini paralayan bir editörün akşam evine döndüğünde en sevdiği kitabı aralayıp saatlerce kitap okuduğunu sanmayın. Editör olursanız iş dışında kitap okumanız biraz güçleşir. İnsanız, yoruluyoruz. Artık kitap okuyamadığı için işi bırakan arkadaşlarım var.
Ne yapacağınızın farkında mısınız? Yayıncılığın çok daha gelişmiş olduğu ülkelerde editörler yazarların en yakın dostları (veya düşmanları) ve bir nevi koçlarıdır. Ellerine ulaşan kitap dosyalarını titizlikle inceler ve yazarlara geri bildirimlerde bulunarak daha kaliteli ve başarılı kitapların basılmasını sağlarlar. Gelelim Türkiye’nin gerçeklerine… Türkiye’de böyle bir durum zor. Siz çoğunlukla başkasının (çevirmenin veya yazarın) hatalarını düzelteceksiniz.
Tadilatçı terzi olacaksınız. Bir moda tasarımcısı veya özel bir terzi değil, tadilatçı terzi. Kötü kumaşlarla yanlış dikilmiş, omuzları potluk yapmış, kolunun biri uzun biri kısa ceketler koyacaklar önünüze ve harikalar yaratmanızı isteyecekler. “Baştan diksem daha kolay olurdu,” diyeceksiniz belki ama öyle bir seçenek yok.
Hammaddenin ötesine geçemezsiniz. Mermerden bir saray yapabilirsiniz. Tuğladan bir ev yapabilirsiniz. Elinizde çamur ve saman varsa kerpiçten de bir kulübe yapabilirsiniz. Fakat kerpiçten saray olmaz. Elinize gelen metnin (hammaddenin) ötesine geçemezsiniz. Ya metni kabul etmeyeceksiniz (çeviriyi geri göndermek veya dosyayı reddetmek) ya da o metnin izin verdiği ölçüde çalışacaksınız. “Ne yani editör metni düzeltmeyecek mi?” diye soran *ahem*ları duyar gibiyim. Demek istediğim o değil. Metni düzeltecek elbette ama baştan yazamaz. Yazar veya çevirmen değildir editör. Böyle bir görevi veya vakti yoktur.
Yukarıda unvan mı demiştik? Gelelim bir Türkiye gerçeğine daha: Editör kim ki? Gerçekten. Türkiye’de yayıncılık piyasası ne ki editör ne olsun? Bunu editörlük mesleğini veya herhangi bir editörü gömmek için söylemiyorum. Tam aksine Türkiye’deki editörler, İngiltere’de veya Fransa’da doğsaydı toplumdaki konumları ve yaşam koşulları çok daha farklı olacaktı. Ancak bu ülkede yaşıyoruz. Diğer birçok şey gibi (yeterince) değer verilmeyen bir sektörde (yeterince) değer verilmeyen bir iş yapacaksınız.
Yabancı bir dil öğrenin. Hatta iki veya üç. Bu önemli bir avantajdır. Gerçekçi olalım, Türkiye’de basılan kitapların çoğunluğu çeviridir. (Her ne kadar çeviri/yerli kitap oranı geçmişe nazaran daha iyi bir durumda olsa da) Bir yayınevinde editörlük yapacaksanız muhtemelen dil bilmenizi isteyeceklerdir. Yabancı dil öğrenin derken de *gerçekten* öğrenmenizi kastediyorum.
Herkesi memnun edemezsiniz. Newton’ın hareket kanunları kadar geçerli bir kuraldır bu. Çok uğraşırsınız, didinirsiniz, siz kitabı okuduktan sonra bir kişi daha okur, (bazen iki) yeri gelir içiniz rahat etmez, bir kez daha okursunuz ama altı yüz sayfalık kitapta birkaç yazım hatası çıktığı için kimi okur ağzına geleni söyler. Haklıdır. Hakkıdır. (İyi niyetle, eğlenceli olmasını ümit ettiğiniz bir iki kelime yazarsınız ona da bir kulp bulan çıkar. Hatta genellikle yazının tamamını bile okumaz. Canını sıkacak cümleyi okur, gerisiyle ilgilenmez. Okusa az önce kendisinden bahsedildiğini görürdü.) Merhaba, ben de sizden bahsediyordum.
Zamanla yarışacaksınız. Okuduğunuz kitabın hemen çıkması lazım. Yayınevi ciddi bir yatırım yaptı ve o yatırımın geri dönmesi, mümkünse biraz da kâr bırakması lazım. Vakit nakittir. Hiçbir zaman istediğiniz kadar vaktiniz olmayacak.
Sana sevdanın yolları, Çok uğraştınız. Litrelerce kahve, enerji içeceği, çay ve sigara sonrası içinize sinen, çok güzel bir kitap çıkardınız. Eleştirmenler ve okurlar çok beğendi. Yazarı yere göğe sığdıramıyorlar. Kadir kıymet bilen, bir çevirmenin varlığından haberdar olan birkaç tanesi çevirmeni de takdir etmiş. Editör mü? Editör kim ki?
…bana kurşunlar. Oldu da çeviri çok kötü geldi veya yazarla çok uğraşmanıza rağmen maya tutmadı, sebebi ne olursa olsun kitap güzel çıkmadı. Daha düne kadar editörün varlığından bihaber olan o binlerce okur bir anda başınıza Yayıncılık ve Edebiyat Üst Kurulu ÜberMeister’i kesilir. Ellerinde yaba ve meşalelerle kalabalığın kapıda belirmesini beklersiniz. Okurun sevdiği/beklediği bir kitapta hoşlarına gitmeyen bir şeyin, iyi niyetle yapılmış ama yanlış anlaşılmış bir esprinin, gözden kaçmış bir hatanın kefareti olarak ilk doğan çocuğunuzu kurban etseniz yetmez. Şaka bir yana, bir editör işini iyi yapmışsa varlığı belli olmaz, işini kötü yapmışsa yokluğu bellidir. Bu böyle bir meslek.
Nasıl başlayabilirim? Bak hâlâ! Peki, siz bilirsiniz, uyarmadı demeyin. Editör olmak için belli bir bölümden mezun olmanız şart değil. Elbette Edebiyat okumak bir avantajdır, bir adım öne geçirir sizi (İngiliz Dili, Amerikan Dili, Türk Dili bölümleri vs.). Ancak Edebiyat okumak hiçbir şeyin garantisi olmadığı gibi bir önkoşul da değildir. Ben Felsefe mezunuyum ve bu mesleği yapan Uluslararası İlişkiler, İşletme, Tarih mezunu insanlarla da tanıştım. Ayrıca Marmara Üniversitesi’nde Çağdaş Yayıncılık üzerine bir yüksek lisans programı da var ama içeriğini bilmiyorum.
Merdivenin ilk basamakları… İşin en zor kısmı bu olabilir. İdeal olarak bir yayınevinde, dergide veya gazetede editör yardımcısı olarak çalışmaya başlarsanız merdivenin ilk basamaklarına ulaşmışsınız demektir. Bunun yanı sıra çevirmenlik de ilk adım olarak görülebilir. Ben de çevirmen olarak başladım ve hâlâ çeviri yapıyorum. Çevirmenlik veya editör yardımcılığı yaparken editörünüzden öğrenebileceğiniz her şeyi öğrenmeye çalışın.
İmla kurallarına hâkim olduğumu düşünüyorum, bu yeterli mi? Redaktör olmak için yeterli olabilir ama bir editörden daha da fazlası beklenir. Çeviri kitaplar için konuşuyorum, kitabın dilini çözmeniz, doğru bir şekilde Türkçeye aktarıldığından emin olmanız ve ahengini yakalamanız gerekir. Bu noktada çevirmenle uyumlu çalışabilmek önemlidir. Ayrıca piyasaya hâkim olmanız beklenir
, (Hangi kitaplar çıkıyor? Kim, neler yazıyor?) yurt dışında neler oluyor bilmeniz gerekir, sektörü bekleyen yenilikleri takip etmenizin de zararı olmaz.
Kimin dediği olur? Editörün dediği olur. Daha doğrusu tecrübe konuşur. İhtilaf durumlarında çevirmenle veya yazarla konuşarak, uyumlu bir şekilde, kimseyi üzüp kırmadan karşınızdakini ikna etmeye veya orta bir yol bulmaya çalışmanız gerekir. Bu noktada kulaklarını tıkayan, dediğim dedik biri olmaya çalışan taraf genellikle kaybeder.
Dergi editörlüğü konusunda ne söyleyebilirsiniz? Aslında hiçbir şey söylemesem daha iyi olur çünkü çok az şey biliyorum bu konuda. Ancak iyi bir dergi editörü nasıl bir yazı istediğini, kimden bu yazıyı alabileceğini ve gerektiğinde hafif dürtüşlerle yazarın bu yazıyı yazmasını nasıl sağlayacağını bilmeli. Güzel bir yazı geldi mesela ama eksik. Yerinde birkaç soruyla bu yazıyı olduğundan çok daha güzel bir hale getirebilmeli editör. Gerek görürse de yazıya müdahale etmelidir. Böyle bir editörle çalışıyorsanız şanslısınızdır.
*
Kemal Küçükgedik
kaynak:kayiprihtim
Bir önceki yazımız olan Kitap Müzayedelerine Gitmek İçin 10 Neden başlıklı makalemizde hayrettin yıldırım, kitap müzayedeleri ve müzayede kuralları hakkında bilgiler verilmektedir.