Eğitimci yazar Selçuk Alkan Milli Eğitimdeki sorunları ve çözümünü harika bir şekilde yazmış. Bize de okuyup paylaşmak düştü!
Soyadı, adımla aynı olan yeni Millî Eğitim bakanımıza, naçizane tavsiyelerim olacak… Kibirlenmeden, ego sarhoşluğuna kapılmadan, toplum düşünürlerinin görüşlerinden faydalanmak da bir erdemdir diye düşünüyor, kıymetli bakanımıza başarılar diliyorum….
Eskilerin kastettiği anlamdaki “zekânın” aslında matematiksel-mantıksal ve sözel zekânın, çoğunlukla beynin sol lobu tarafından kontrol edildiğini tespit etmiş bulunuyoruz artık. Yani klasik anlamda “çok zeki” denilen bir kişinin, beyninin sol tarafını iyi bir şekilde kullanabildiğini artık anladık. Ancak bilim adamlarının zekâ konusundaki uyarılarını artık ciddiye almamız ve tüm bu bilimsel çalışmaları bir şekilde eğitim sisteminde de ele almamız gerekiyor. Müfredat, modül, not sistemi, sınav çeşitleri üzerine hummalı çalışmaların yanında nasıl “insan gibi insan” yetiştirmek gerektiği üzerinde de kafa yorulması gerekiyor. Zira bol diplomalı işsizler, akademik kariyeri yüksek dolandırıcılar gittikçe çoğalmakta… Uzun yıllar yapılan müfredat çalışmaları sonucunda yapılan ilk-orta dereceli eğitim faaliyetleri çerçevesinde, niçin kavganın, haraççılığın, çeteciliğin, cinsel istismarların ve şiddetin yayıldığını da araştırmak gerekiyor. Eksik olan nedir ki, bunca uzun araştırmalar ve emekler sonucu ortaya konan müfredatlar, sistemler, sınavlar, halen mutsuz, bunalımlı, şiddete eğimli, aile kavramı aşınmış, yaşama sevincini kaybetmiş gençlerin sayısının artmasına engel olamıyor? Laboratuvarları zengin donatılmış okullarda okuyan, maddi sıkıntısı olmayan kızlarımız niçin en ufak bir bunalımda kollarını jiletliyor? Yüksek mevkilerde bulunan uzmanlarımız halen sistem, sınav, laboratuvar, müfredat, modül, sıra sayısı, ek sınavlar, af sınavları, önlük renkleri, okul tabela renkleri ile uğraşırken, iki liseli genç, birbirlerine “Yan baktın!” diyerek bıçak çekiyorsa, bu ikili kavga daha sonra bir mahalle kavgasına dönüşüyorsa, dersleri başarılı, akademik notları yüksek ve öğretmenlerinin “akıllı-uslu-sessiz” dediği kız öğrenci, günün birinde ansızın evini terk edip, internette tanıştığı biriyle il dışına kaçıyorsa ve orada birtakım çetelerin eline geçiyorsa, bir kısım gençlerin cep telefonlarında çoğunlukla cinsel istismar görüntü ve videoları fazlaca yer alıyorsa ve dersten çok bunlarla ilgileniyorsa, bunun dışında derste sürekli uyuyorsa, birtakım kız öğrencilerimiz şiddetli melankoli yaşıyorsa, psikolojik nedenlerle derste sürekli bayılıyorsa, halen akademik başarıyı ve notu esas alarak yapılan ve sadece IQ ağırlıklı çalışmalar bu sorunlara ne zaman çözüm bulacaktır acaba?
“Böyle şeyler oluyor mu?” diye soranlar olursa, 25 yılın üzerindeki eğitimcilik hayatımda çok daha kötülerini de gördüğümü belirtmek isterim. Birileri, “Okullar düzeltsin!” diyorsa tabii ki okulların görevi bu… Ancak, nasıl ki hayattaki başarıyı, mutluluğu, zenginliği, huzuru sadece IQ sağlayamıyorsa, tüm bu anlattığımız sorunları sadece okul ile değil; sistem, okul, aile, öğretmen, öğrenci ve bunları kapsayan değerli müfredat, sınav, sistem çalışmalarıyla birlikte, IQ da dâhil olmak üzere diğer zekâ türlerini de içeren ve tüm bunları birbirine bağlayan bir “kalp eğitimi” ile aciliyetle çözmeye çalışmalıdır.
Vicdansız, merhametsiz, saldırgan, şiddete eğimli bir gence ısrarla hâlâ polinomları, aruz veznini ya da eklembacaklıları anlatmanın bir faydası olacağını düşünmüyorum. Tüm bunlar, bilgi sahibi olmak bakımından önemli görülse de öncelikle kalp ve vicdanı eğitilmiş; öğrenmeye, sevmeye, çalışmaya, üretmeye, başarılı olmaya istekli ve motive olmuş kişiler meydana getirmeliyiz verdiğimiz eğitimle… Çünkü “kalp” sahibi insan, vicdanlıdır, merhametlidir, empati sahibidir, saygılıdır, toplum kurallarını önemseyen ve bunlara uyandır. Biz de böyle bir şey istemiyor muyuz? Okullarda şiddet olmasın, mezun olanlar iş bulsun, bundan sonraki hayatında mutlu ve huzurlu olsun? Toplumda, hırsızlık, güvensizlik, tahammülsüzlük, saygısızlık yok olsun… Yine eskisi gibi çocuklarımızı mahallede güvenle oynamak üzere arkadaşlarıyla bıraksak? Korkmasak, sapık gelir de çocuğumuzu rahatsız eder diye? Ya da olumsuz bir durumu gören mahalle bakkalı amcanın ya da bir komşumuzun hemen devreye girmesini; umursamazlık yapmamasını? Apartmanda, sitede, mahallede büyüklerin uyarılarını dikkate alan gençlerin, herkesin mahallesine, çevresine ve bunların temizliğine, huzuruna, güvenliğine dikkat ettiği, sevgi, saygı, hoşgörü, empati ve yardımlaşmanın olduğu bir ortamda hangimiz yaşamayı istemez ki? Daniel Goleman da öyle soruyor ya:
“Duygularımızı akılla nasıl birleştirebiliriz? Sokaklarımıza nezaketi, toplumsal yaşamımıza şefkati nasıl taşıyabiliriz?“
En üst makamdaki eğitim yöneticilerinden en ücra köşedeki okullarda görev yapan meslektaşlarıma sesleniyorum:
“Bilgi hamalı ruhsuzlardan” oluşan bir dünya ne işimize yarayacak?
*
Selçuk Alkan
selcukalk
Bir önceki yazımız olan Vazgeçebilir misin? başlıklı makalemizde ayşegül kuşçu, ayşegülümse ve neden vazgeçmeli hakkında bilgiler verilmektedir.